|
1 Çatisan
Dinler Savasan Medeniyetler
|
2 Arafat'in Dönüsü
(neden) Gazze'ye?
|
3
Ayetlerin Düsündürdükleri (Cahiliyyet Dönemi) |
4
Ondört Asir Sonra Resulullah'i Anlamak |
5
Mücadelenin Bir Baska Boyutu |
6
ABD Askerleri Körfezde Kobay Olarak Kullanildi |
|
Çatisan
Dinler Savasan Medeniyetler
|
Arif Altunbas
|
Ilk
insan, ilk peygamber Hz.Adem´in iki oglu Habil ve
Kabil´in mücadelesiyle tarih, ilk catismaya
sahid olmustur. Bu ilk catismanin iki boyutu
vardir. Habil cizgisi; Vahye dayali bir cephe,
Kabil cizgisi ise; Seytana ve nefse, hayvani arzu
ve isteklere dayali diger bir cepheyi olusturur.
Habil
ve Kabil´den bu yana; Ademoglunun bütün
catismalarinin temelinde bu iki boyut boy göstermektedir.
Vahyin cizgisi ve inkarin cizgisi. Vahyin izini ve
seytanin izini sürenler arasinda cikan tüm
catismalarin temelinde Allah´in dini ile,
seytanin dini olan inkarin yolu savasmistir.
Vahy
cephesiyle, inkar cephesinin savasimi kusaktan
kusaga, caglardan caglara, zamanimiza kadar her
iki grubun temsilcilerince tasinmistir. Bundan böyle
de; Vahyin hakikat sancagi karsisinda, yalanin
kara bayragi dalgalandikca, aydinligin savasi,
karanliga karsi ebediyyen sürecektir.
Bu
savasin diger adi da; Vahiy medeniyeti ile, vahye
karsi olan medeniyetlerin savasidir.
Peygamberlerin izini izleyenlerle, inkarcilarin
izini izleyenlerin savasi...
Bu
catisma; Habil ile Kabil´in, Hz.Musa ile Firavun´un,
Hz.Ibrahim ile Nemrut´un, Hz.Muhammed ile
cahiliyyenin cagdas putperestleri arasinda süregelen
ve sürecek olan bir mücadelesidir.
Tüm
medeniyetlerin temelini ve iskeletini din olgusu
olusturur. Ortaya konulan yapitlar, saheserler,
medeniyetlerin bedeni ise; o medeniyetlerin ruhunu
da din gercegi olusturmustur. Ruhsuz bir insan düsünülemeyecegi
gibi, dinsiz bir medeniyet de düsünülemez. Din;
her cagda ve toplumda, her zaman ve mekanda
medeniyetleri sekillendiren, yönlendiren ana bir
unsurdur. Güney Amerikalilarin Inkalarindan
Indianalilarina, Afrika´nin en yabani
kabilelerinden cagimizin en modern toplumlarina,
eski Misir, Yunan, Hint, cin, Hitit, Asur, Sümer
v.s. medeniyetlerinden adi bilinmeyen diger
medeniyetlere kadar din; medeniyetlere lokomotif görevi
yapmistir. Kendi anlayisina ve dünya görüsüne
göre toplumlari sekillendirip, yönlendirmistir.
Komünizmin
iflasindan sonra, Yunan ahlak ve kültürü, Roma
hukuk ve idari sisteminin temelleri üzerine
oturmus bir hristiyan medeniyeti olan Bati
medeniyeti ve buna bagli uluslar topyekün Islam´i
ve müslümanlari asirlar öncesi oldugu gibi
hedef göstererek, Islam medeniyeti ile catismaya
hazirlanmaktadirlar. Yüzyillardir zorla isgal
ettikleri Islam topraklarindaki müslümanlarin
kendi dinlerine dönüslerini önleyemedikleri
gibi, müslümanlarin Islam medeniyetine yönelislerini
büyük bir kaygi ve ürküntüyle izliyorlar.
Kendi öz degerlerine sarilan sanli gecmislerine
sahiplenen Islam toplumunu, kökten dinci,
radikal, fundamentalist v.s. ifadelerle ayri bir
gezenden gelmis yabani, yirtici, acimasiz, ruhsuz
bir toplum gibi tanitarak gelecekteki Islam
medeniyetiyle yapacaklari catismalarina simdiden
zemin hazirliyorlar, insanlarini buna motivize
ediyorlar.
Öte
yandan halki müslüman olan ülkelerdeki
kendileri gibi düsünen, yerli münafiklari
kahramanlar olarak tanitarak, onlara ellerinden
gelen tüm destegi yapiyorlar. Bati medeniyetine
teslim olmus, Islam medeniyetini dislayan tüm
rejimlere sonsuz desteklerini sürdürerek, Islam
toplumunu kölelestirdikce kölelestirmek, Islam
topraklarini iyiden iyiye yerli münafik
idarecilerin yaridimiyla isgal edip sömürdükce
sömürmek istiyorlar. Kim bu isgal, sömürü ve
kölelige karsi cikarsa; Fundamentalistlikle, kökten
dincilikle suclanarak, halki müslüman ülkelerdeki
batiya köle olmus uzaktan kumandali iktidarlar,
rejim ve idarecilerce cezalandiriliyorlar.
Bati
medeniyetinin temsilcileri Islam toplumuna önderlik
yaparak Halki müslüman olan ülkelerin ayaga
kalkmamasi, kalkinmamasi, askeri, siyasi, ekonomik
ve kültürel bir dinamizme erismemesi, bir güc
olusturmamalari icin ellerinden ne geliyorsa
yapmaktadirlar.
Bu
gün Türkiye´deki TC´nin PKK problemi, Kibris
problemi, Yunanistanla bitmeyen sikintilar,
Ermenistan belasi, Rusya´nin Kafkaslarda orta
Asya ülkelerinde ve Balkanlarda Türkiye ile
ilgili faaliyeti görmek istememesi, Avrupa
Birliginin Bosna´da tüm cinayetlere seyirci
kalmasi, Balkanlarda ABDRus ve Almanya hegemonya
savasi, Istanbul´da patrikhanenin devlet icinde
devlet statüsüne kavusturulma cabalari, Filistin´de
Islami Hareketleri önleyebilmek icin, Hamas´i,
FKÖ eliyle sindirme ve yok etme politikasi,
Kesmir´de dinmeyen kan, Somali´de isgalcilerin
yaptiklari, Cezayir´deki zulüm, iskence, Bati
medeniyetiyle Islam medeniyetinin catismasinin bir
devami niteligindedir. Halki müslüman olan ülkelerdeki
Halk ve Medeniyetimizin düsmanlari yerli münafik
yöneticiler anlamasa veya anlamak istemeseler
dahi bu, bati medeniyetinin temsilcilerinin Islam
medeniyetine karsi olan kin ve öfkelerinin bir
uzantisidir.
Bu
catisma hristiyan kültür ve medeniyetinin, Islam
kültür ve medeniyetini hazmedemeyislerinin,
cekemeyislerinin en bariz bir belirtisidir.
Hristiyan birligi olan Avrupa Birligi, temsil
ettigi Bati medeniyeti karsisinda asla; Islam´i
ve Islam birligini görmek istemedigi gibi, Müslümanlarin
bunu hayal etmelerine bile tahammül edemiyor.
Islam
medeniyetinin cocuklari kendi medeniyetlerine
sahip cikip kendi öz degerlerine sarilmadikca;
Bati medeniyetinin karsisinda, samaroglani
olmaktan kurtulamayacaklardir. Kölelik zilletini
boyunlarinda celikten bir halka olarak
tasiyacaklardir.
Halki
müslüman olan ülkelerin cocuklari kendilerini,
kalblerindekileri Vahye göre ayarlayip
degistirince, Allah da (c.c.) onlarin durumunu
degistirecektir. Bir toplum, kendi icindekileri
degistirince, kölelik zincirleri bir bir
kirilarak, kendi ülkelerinde esir ve yabanci
konumunda olan müslümanlar layik olduklari
yerlere geleceklerdir.
Halki müslüman
olan toplumlarin topraklari bugün; Bati
medeniyetiyle, Islam medeniyetinin temsilcilerinin
catisma alanidir. O topraklarda bati medeniyetinin
hegemonyasi kaldikca, sultasi sürdükce bu
catismada sürecektir. Kazancli cikacak toplum,
kalblerindekileri her ne pahasina olursa olsun,
pratik hayatta sergilemek iste.yenler
olacaklardir.
|
Arafat'in Dönüsü
(neden) Gazze'ye?
|
Yorum
|
FKÖ
lideri Yasir Arafat, 27 yil sürgün hayatindan
sonra 1 Temmuz 1994´te Kahire´de Misir devlet
baskani Hüsnü Mübarek ile vedalastiktan sonra
Gazze´yi ziyaret etti. Normalde 10 Temmuz´da
gerceklestirilmesi gereken bu ziyaret bir kac gün
önceye alinarak, ani bir sekilde yapildi.
Bazilari Arafat´in Gazze´ye ayagini basarak,
Filistin topragini öptügü ani unutulmayacak bir
an olarak nitelendirdiler. Bazi cevrelere göre;
Israil yönetiminin uzun yillar terörist olarak
tanittigi Arafat´a Filistin kapilarini acmasi
"baris yolunda önemli bir ilerleme"ydi
ve artik "cagin en inatci sorunlarindan
olan" Ortadogu sorununun da kesin bir cözüme
kavusturulmasina sadece birkac adim kalmisti.
Dogru ya, BM Somali ve BosnaHersek sorunlarini ve
insanligin gündemini mesgul eden daha nice
uluslararasi problemi kesin bir cözüme
kavusturduguna yahut kavusturmak üzere olduguna göre
artik Ortadogu sorununu da kesin bir cözüme
dogru yaklastirdigini görmekten dolayi insanlik
sevinebilirdi!...
Öncelikle
Arafat´in Gazze ziyaretini nicin böyle aceleye
getirdigi konusu üzerinde kisaca durmak
istiyoruz. Arafat´in ziyaretini öne almasi ve
aceleye getirmesi kendi istegiyle degil, ABD,
Israil ve Gazze ile Eriha´da kurulacak sözde özerk
yönetime yardim vaadinde bulunan Arap ülkelerinin
baskilariyla olmustur. Haberlerde yer aldigina göre
siyonist yönetimin ileri gelenlerinden Simon
Perez, özerk kilinan (!) bölgelerin cesitli
sorunlarinin oldugunu ileri sürerek, Arafat´tan
bir an önce bu bölgelere dönerek, buralarin
sorunlariyla ilgilenmesini istedi. Aslinda
siyonist yönetim Arafat´in disardaki bazi
konusmalarindan ve aciklamalarindan rahatsiz
oluyor, bir an önce özerk kilindigi ileri sürülen,
gercekte ise hala siyonistlerin kontrolünde olan
bölgeye dönmesini saglayarak agzini baglamak
istiyordu. Siyonist yönetimin Arafat´i bir an önce
Filistin´e dönmeye zorlamasinda, onun disaridaki
Filistinlilerden GazzeEriha anlasmasina karsi
cikanlarin etkisinde kalabileceginden endise
duymasinin da büyük rolü vardir. FKÖ´nün
ileri gelenleri Arafat´in Temmuz´daki dönüsünü
bir "dönüs" olarak degil de bir
"ziyaret" olarak nitelediler. Asil dönüs
ise Arafat´in Paris´te siyonist basbakan Rabin´le
birlikte "Unesco Baris Ödülü (!)"nü
almasindan sonra 7 Temmuz´da gerceklesecekti. Böyle
bir kamuflaj yoluna gitmenin amaci ise Arafat´in
siyasi iradeden mahrum oldugu, kendi kararlari
dogrultusunda degil, baskalari tarafindan alinip
kendisine zorla kabul ettirilen kararlar oldugu
dogrultusunda hareket ettigi gercegini kamuoyundan
gizlemekti.
ABD
ve siyonist yönetim isteklerini Arafat´a
kolaylikla kabul ettirebildiklerinden, ondan daha
uzun süre yararlanmak istiyorlar. Gazze ziyareti
esnasinda onu siki bir korumaya almalari, binlerce
siyonist polisi, askeri ve sivil koruma görevlilerini
bunun icin görevlendirmeleri, hatta bazi ucaklari
bile devreye sokarak cevreyi denetlemeleri bu yüzdendir.
cünkü Arafat´in herhangi bir suikasta kurban
gitmesi halinde simdiye kadarki cabalarinin tümünün
bosa gideceginden ve özerk yönetim hikayesinin
biteceginden korkuyorlardi.
Arafat´in
dönüs icin tahmin edildiginin aksine Ürdün
yolunu degil de Misir yolunu tercih etmesinin
sebeplerinden de kisaca söz etmek istiyoruz. Öncelikle
Misir sinirindaki Gazze, Ürdün sinirina yakin
olan Eriha´ya nisbetle daha büyük bir önem
arzetmektedir. Ayrica Eriha´nin nüfusunun azligi
(10 bin) dolayisiyla Arafat bu bölgede kendini
karsilayacaklarin sayisinin az olacagini düsünerek
900 bin nüfuslu Gazze yolunu tercih etti. cünkü
Arafat bu ilk ziyaretini bir sova dönüstürmek
istiyordu. Bunun yanisira Gazze, özerklik
anlasmasina karsi cikanlarin ve özellikle Hamas´in
güclü oldugu bir bölge oldugundan Arafat önce
burayi ziyaret ederek özerk yönetime karsi fiili
bir tehdit olmadigini kendisini destekleyen ülkelere
göstermek istiyordu. Kendisine bu konuda cesaret
veren olay ise Hamas yetkililerinin özerklik
anlasmasina imza koyanlara karsi bir eyleme
giriserek ic karisikliga yol acmaktan yana
olmadiklarini aciklamalariydi. Arafat´in Misir
yolunu kullanmasinin bir diger sebebi de FKÖIsrail
uzlasmasinin saglanmasi konusunda gösterdigi
cabadan, oynadigi rolden dolayi Mübarek´e ve
cevresindekilere sükran borcunu yerine
getirmekti. Arabuluculuk cabalarini ekonomik cikar
saglamak icin degerlendirmek isteyen Ürdün ise
Misir´in oynadigi rolü oynamamisti.
Simdi
karsimizda su soru var: Arafat´in dönüsü sömürgeci
güclerin cikarlarina hizmet ettiklerini cok iyi
bildigimiz basinyayin organlarinin, hatta Islami
bir kimlik tasiyan bazi yayin organlarinin ve
yazarlarinin ileri sürdükleri gibi önemli bir
tarihi olay midir? Gercekten Arafat´in Filistin
topragini öptügü an "unutulmayacak bir
an" midir? Herseyden önce sunu belirtelim ki
topragin hakki onu öpmekle degil, onu
gasbedicilerin elinden kurtarmakla ancak
verilebilir. Siyonistlerin Filistin topraklari üzerindeki
haksiz hakimiyetlerini pekistirmeyi amaclayan
GazzeEriha anlasmasini "tarihi bir anlasma"
olarak dünya kamuoyuna yutturan basinyayin
organlari Arafat´in dönüsünü de ayni uslubla
"tarihi bir dönüs" olarak kabul
ettirme cabasi icine girdiler.
Ancak
Islam ümmetinin meseleleriyle yakindan
ilgilenenlerin sömürgeci güclerin hizmetindeki
yayin organlarinin Arafat´i nicin böyle yükseklerde
ucurduklari üzerinde düsünmeleri gerekir.
Gecmiste büyük fedakarliklarla kazanilan
zaferlerin sömürgeci gücler tarafindan
yetistirilip öne cikarilan yapay kahramanlari
vasitasiyla geri alindigini unutmamaliyiz. Bu gün
Filistin´de oynanmak istenen oyun da budur.
GazzeEriha anlasmasinin asil amaci Ortadogu sorunu
diye adlandirilan Filistin sorununu tarihe gömmektir.
Arafat´tan da bu amac icin yararlanilmak
istenmekte ve bu yüzden attigi "tarihi bir
adim" olarak nitelenmektedir. Dünya müslümanlari
bu konuda gereken duyarliligi göstermezlerse ne
yazik ki, Cezayir´de müslüman ilim adamlarinin
öncülügünde baslatilarak sekiz yil büyük
fedakarliklarla sürdürülen savas sonunda elde
edilen zafer isgalcilerin öne cikardigi yapay
kahramanlar araciligiyla geri alindigi gibi
Filistin´de de 1987´den buyana büyük
fedakarliklarla sürdürülen kutsal intifada´nin
semereleri de Arafat ve kurmaylari vasitasiyla
geri alinacaktir.
Filistin
davasi gercekten tehlikeli bir viraja girmistir.
Islam ümmetinin bu davaya bu tehlikeli dönemde
gecmistekinden daha cok sahip cikmalari gerekir.
Filistin topraklarinin, Mescidi Aksa´nin
kudsiyetine inananlar, bu kutsal topraklardaki
bagimsizlik mücadelesini sürdürmekte
kararlidirlar. Ancak müslüman halklarin basina
zorla musallat edilen yönetimler, özellikle
Filistin meselesini sirtlarinda bir yük olarak gören
ve bu yükü bir an önce sirtlarindan atmak icin
firsat kollayan Arap yönetimleri, oradaki
bagimsizlik mücadelesini her yönden kusatmaya
alabilmek icin siyonist Israil ile isbirligine
girmenin hazirligi icindeler. Bu noktada görev, mü´minlerin
bir vücudun organlari gibi olduguna inanan
ihlasli müslümanlara düsüyor.
|
Ayetlerin
Düsündürdükleri (Cahiliyyet Dönemi)
|
Ali Metin
|
"Allah´i
ve Peygamberlerini inkar edenler, Allah ile
Peygamberleri arasinda ayirim yaparak; "Buna
inanir, fakat suna inanmayiz" diyenler, böylece
iman ile küfür arasi bir yol tutturmak
isteyenler var ya, onlar gercek anlami ile
kafirdirler. Biz kafirler icin onur kirici bir
azab hazirladik." Nisa 150151
Cahiliyyet Dönemi I
Bu
yazimizda, Islam toplumunun düzenlenmesi,
yapisinin cahiliyye artiklarindan arindirilmasi
icin bilinmesi gereken cahiliyyet dönemini izah
etmeye calisacagiz.
Bir
dahaki yazilarimizda da dinin anlamini, imanin
tanimini ve müslüman olmanin sartinin
belirtilmesi konusundaki günümüz cahiliyyesinin
mahiyetini aciklamaya calisacagiz insaallah.
Islam´in
hedefi insanlardir. Onlari, cirkin putperestligin,
hurafe ve efsanelerin pisliginden insani ve
insanligin anlamini alcaltan inanc, tören, arma,
aliskanlik ve gelenekler gibi sosyal hayattaki
kirli izlerinden temizlemektir. Cahiliyye
hayatindan ve onun bulastigi duygulardan
sembollerden, geleneklerden, deger ve kavramlardan
temizlemektir.
Her
cahili düsünce ve davanin etrafina bulastirdigi,
toplumda derin, telafisi uzun zaman alan bir takim
kirleri vardir. Islam´in dogusundan önceki
Araplarin da cahiliyyesi ve bundan kaynaklanan,
tedavisi vahiyle olmasina ragmen, yillar icinde
bozulup kirlenen davranislari vardi.
Bu
kirli davranislarin bir kismini, yanindaki müslüman
muhacirleri kendilerine teslim etmesi icin gelen
Kureys´in iki elcisiyle Habes krali Necasi´nin
huzurunda karsilasirken, Necasi ile konusan Cafer
b. Ebu Talib tavsif etmektedir; "Ey Kral biz
cahiliyye mensublariydik. Putlara kulluk eder,
murdar et yerdik. Fuhus yapar, akrabalik baglarini
keser, komsulara kötülük yapardik. Bizden güclü
olanlar zayiflari ezerdi. Yüce Allah bizden
soyunu, dogrulugunu, güvenilirligini ve
iffetliligini bildigimiz bir Peygamber gönderene
kadar böyle devam ettik. Bizi Tevhid´e cagirdi.
Bizim ve atalarimizin kullukta bulundugu O´ndan
baska tastan putlari birakmamizi istedi. Dogru sözlü
olmayi, emanete riayet etmeyi, silai rahime bagli
kalmayi, iyi komsuluk yapmayi ve haram seylerden
ve kan dökmekten el cekmemizi emretti. Fuhus
yapmamizi, yalan söylememizi, yetim mali yememizi
ve namuslu kadinlara iftira atmamizi yasakladi.
Allah´a
hicbir seyi ortak kosmadan, kullukta bulunmamizi,
namaz kilmamizi, zekat verip oruc tutmamizi
emretti..."
Cahiliyyedeki
iki cinsin iliski sekillerini anlatan Hz. Aise (r.a.)´nin
sözlerinde bu kirli davranislar belirtilmektedir.
Nitekim Sahihi Buhari´de de bu asagilik hayvani
ve cirkin durum (Cahiliyye döneminde nikah adi
altinda) oldugu gibi anlatilmaktadir.
Cahiliyye
dönemindeki nikah tablosunun, insan düsüncesinin
asagilik durumu, hayvanlara özgü ve insanlik
disi konuma düsmesini acikliga kavusturmasi
bakimindan yoruma ihtiyaci yoktur. Bir insanin
karisinin gönlünü yapmasi icin makam ve mevki
sahibine göndermesi veya soylu bir cocuk icin
"falan"a göndermesi, düsünce
bakimindan düsecegi en asagilik durumdur. Aynen
hayvanini iyi bir damizlik hayvana cektirmesi
gibi...
Insanligi,
bu sekildeki ve benzeri asagilik cöküntülerinden
Islam kurtarmistir. Islam olmasaydi insanlar
girtlaklarina kadar batmislardi bu batakliga.
Cahiliyyedeki
kadina iliskin asagilik bakisin sadece bir yönüdür
bu. Ebu´l Hasan EnNedvi söyle der: "Cahiliyye
toplumunda kadin, haklari yenilen, mallari elinden
alinan, mirastan yoksun birakilan, bosandiktan ya
da kocasi öldükten sonra hoslandigi biriyle
evlenmekten alikonulan, zayif ve zulme ugrayan bir
mal konumundaydi. Esya gibi nesilden nesile miras
kalirdi."
Cahiliyyede
kadin degersiz bir yaratik olarak görülürdü.
Erkek onun bütün haklarindan yararlandigi halde,
o hicbir hakkini kullanamazdi. Mihri elinden
alinir ve sirf zarar vermek icin bekletilirdi.
Kocasindan haksizlik görür, onun tarafindan
terkedilirdi. Bir erkek diledigi kadinla
evlenebilirdi.
Kiz
cocuklarina duyulan nefret, onlari diri diri
topraga gömecek noktaya gelmisti. Kiz cocuklarini
topraga gömme isini her on kisiden biri mutlaka
yapardi. Islam geldigi zaman bu konuda cesitli görüsler
yaygindi.
Kimisi
kiskancliktan ve namuslarini korumaktan, onlardan
dolayi gelecek bir utanctan korunmak icin gömerlerdi
kiz cocuklarini. Kimisi de mavi gözlü, siyahi, cüzzamli
ve topallari ugursuz sayarlardi. Bazisi da gecim
korkusundan ve fakirlik endisesinden öldürürdü
cocuklarini.
Cahiliyyenin
cirkefleri arasinda diger tüm cirkeflerin temeli
olan basit sirk ve putculuk yer alirdi. Millet en
igrenc sekliyle putculuk ve putlara kullugun
batakligina düsmüstü. Her kabilenin, her bölgenin,
her sehrin, hatta her evin özel bir putu vardi.
Putlara ibadette o zamanki insanlar o kadar ileri
gitmislerdi ki kimisi bu ise bir ev ayirirdi. Özel
bir put edinirdi. Bunlara gücü yetmeyen, Kabe´nin
önüne ya da hoslandigi herhangi bir yere tas
diker, sonra da Kabe´ye tavaf eder gibi etrafinda
döner, saygi durusunda bulunurdu. Buna "ensab"
derlerdi. (Kitabul Esnam). O zaman Kabe´de de ücyüz
altmis put bulundugu bilinmektedir.
Misalleriyle
yasanan bu olaylari daha fazla da anlatmak mümkündür.
Biz burada tarihi anlatacak degiliz. Ama tarihten
ders almak zorundayiz.
|
Ondört Asir
Sonra Resulullah'i Anlamak
|
Yalçin Içyer
|
"Elif,
Lam, Mim, Bu kendisinde süphe olmayan kitaptir. O
muttakilere Hudadir (yol göstericidir)."
K. Kerim 2/1,2
Problem
dendi mi, akla cözüm gelir. Basligi okudugumuz
zaman Rasulullah (s.a.v.) Medine´ye geldiginde
problemlerle karsilasmis oldugunu anlariz. Bu
durumda akla su sorular gelir. Bu problemler
nelerdir? Karsilasilan problemler nasil ortaya
cikmistir. Ve söz konusu müskiller nasil cözümlenmistir?
Onbes asir sonrasina ne gibi isiklar tutmaktadir?
Birinci,
ikinci, giris mahiyetindeki derslerimizde siyeri
Kur´an´dan yani siyer´in ilk kaynagi Kur´an´dan
isleyecegimizi yazmistik. Iste bunun icin Kur´an´i
acip, okumaya basladigimizda karsimiza Rasulullah´in
siyeri ile ilgili neler getiriyor sorusuna cevap
aradigimizda bizi ilk surelerde "Medine Islam
Toplumu" ve onun sorunlari ile karsi karsiya
getiriyor. Bu sorunlarin cözümü icin de mealen
yazdigim ayette cok veciz bir sekilde cevap
veriyor. Özellikle "Huda" ve
"Muttakiler" kavrami icinde cevabini
buluyoruz. O halde bizim siyer derslerimiz alisila
gelinen siyer fihristlerinden farkli basliklar
tasiyacak. Genellikle siyer kitaplari Arap
Yarimadasi, Cahiliyye Araplari, Rasulullah´in
nesebi, kabilesi ile baslayarak, kissalarla Mekke
dönemi, Hicret, Savaslar (Medine Dönemi), Mekke´nin
Fethi, Veda hutbesi ve Irtihali Nebi yani
Rasulullah´in vefati ile bitiyorlar. Bizim ise
bundan farkli olacaktir. Fatiha suresinden
baslayarak, her sureye su soruyu yöneltecegiz:
"Bu sure Rasulullah´in (s.a.v.) serefli
sireti icin neler anlatiyor?" Kur´ani Kerim´i
acip, ilk sureleri okumaga basladigimiz zaman ve
sorumuzu yönelttigimiz zaman, bizi direkt Medine´ye
getiriyor ve oradaki kurulus halindeki bir
toplumun veya kücük bir site devletinin
problemleri ve cözümleri ile karsi karsiya
birakiyor.
Kur´ani
Kerim´in en uzun sureleri olan, Bakara, Ali Imran,
Nisa, Maide, Enfal ve Tevbe sureleri Rasulullah´in
(s.a.v.) bu toplumu kurarken karsilastigi
sorunlari ve cözümlerini hemen hemen dile
getiriyor. Toplumun, insan kesimi, inanc, kültür,
ahlak ve geleneksel acidan yapisi. Toplumun önceki
sosyal, ekonomik yapisi ve Rasulullah´in bunlara
kazandirmak istedigi yeni statü yani bicim. Daha
önce nasil idiler? Rasulullah nasil bir cözüm
getirdi? Bu cözümü getirirken hangi zorluklarla
karsilasti? Inaniyorum ki, bu sorular ve basta
sordugum sorularin isigi altinda Kur´an okundugu
zaman su üc sonuc cikar:
1-Kur´an
Hz.Muhammed´in eseri degildir.
2-Hz.Muhammed
bir elcidir. Hem de 15 asir önce günümüz
sorunlarina isiklar tutan cözümleri getiren bir
elci. O olsa olsa Alim her seyi bilen, Rab her
seyi yaratan, yetistiren, terbiye eden, Habir
herseyden haberdar olan, Basir herseyi kavrayan, gören
bir zatin elcisidir.
3-O
halde bizim problemlerimizin temel sorunlari ve cözümleri
de O´nun modelinde mevcudtur. Bundan sonra bize düsen,
O´nu tanimak ve yaptigini pratize etmektir. Yani
ic ve dis dünyamizda onu yasamaktir.
Bu
kisa giristen sonra Fatiha ve Bakara suresinden
siyer konularimiza gecelim. Fatiha suresi Mekke´de
inmis bir suredir. Hatta ilk inen sure oldugu
rivayet edilir. Bakara suresi ise Medine döneminde
inmis ve Kur´ani Kerim´in en uzun suresidir.
Fatiha suresi Rasulullah´in risaletinin ana
hatlarini ciziyor. Bakara suresi bu ana hatlar üzerinde
kurulmus toplumun hemen hemen tüm meselelerine
deginip cözüm getiriyor.
Fatiha
suresi ile Bakara suresinin 1´den 29. ayetine
kadar Rasulullah´i da olmak üzere bir tanitim görüyoruz.
Hem o tanitiliyor, hem yetistirdigi kesim
tanitiliyor ve hem de karsi karsiya bulundugu
kesimin büyük bir kismi tanitiliyor. Böylece bu
ilk derste üc tanitimla karsilasiyoruz:
1-Rasulullah´in
özellikleri.
2-Baglilarinin
yani kendi risaletini kabul edenlerin tanitimi.
3-Risaletini
kabul etmeyen kesimin özellikleri.
Bu
üc kesimin ayetlerden örneklerine gecmeden önce
bazi hususlara isaret edeyim. Söyleki: Rasulullah´in
özellikleri anlatilirken, kendisine tabi olanlara
örnek bir sahsiyet anlatildigi sürekli gözönünde
tutulmali. Bunun tersi inananlara ait özelliklerin
zaten Rasulullah´ta var oldugu bilinmeli. Yani
iki kesimin sahip oldugu degerler ortak
degerlerdir. Karsit tiplerin sahip oldugu vasiflar
ise onlar icin reddedilmis degerlerdir. Yani onlar
anlatilirken dolayli olarak Rasulullah´a ve
tabilerine sakin böyle olmayin denilmektedir.
Ayrica bazi ayetler var ki geneldir. Bu ayetler üc
kesimi de ilgilendiriyor. Mesela Bakara 2122´de
bunu görüyoruz; "Ey insanlar sizi ve sizden
öncekileri belki sakinasiniz diye yaratan
Rabbinize kulluk edin. O ki, size yeri dösek, gögü
bina kildi. Gökten su indirdi. Onunla size rizik
olacak meyveler cikardi. Bitip durdugunuz halde
Allah´a esler kosmayiniz." Bu ayette neler
var? O toplumun akide yapisi var. O akideyi, yani
Allah´a ortaklarin edinildigi inanci anlatiyor. O
akide cok akilli bir metodla ilk önce cürütülüyor.
Insanlarin aklinin reddedemeyecegi gercekler örnek
veriliyor. Ayet ayni zamanda Rasulullah´i ve
tabilerini yeni bir akide ile egitiyor.
"Sakin siz o es kosanlar gibi olmayin"
emrini de getiriyor. "Nas", "Halk,
insanlar, toplum" ifadesiyle onlarin toplumda
olusturdugu etnik farklilasmayi da reddediyor. Ve
Fatiha´nin basinda anlatilan "Alemin",
"Alemler" ifadesiyle irtibat kurarak,
hepsinin sahibi olan Rabbe kulluga davet ediliyor.
Ne güzel bir insicam, uygunluk. Insanlarin
hepsinin Rabbe kul olmasi, O´na köle olmasi.
Insanlarin
Rabbe ortak kostugu toplumlarda ilahlarin
kavgasindan zavalli insanlar öldürülür, kölelestirilir,
onlara zulüm edilir. Günümüzde oldugu gibi.
Iste Kur´ani Kerim Rasulullah´i egitirken, O´na
inananlar egitilirken insanlarin fesada ugrattigi
bir ortamdan insanlari kurtaran, Rahman, Rahim (cok
esirgeyen ve cok cok aciyan) bir Rabbe kullugu, O´nun
hakim oldugu bir dünyayi öneriyordu. Onun icin
de Rasulullah´a ilk inananlar zulme ugrayanlar,
esir edilenler, kölelestirilenler ve tüm haklari
gasbedilenler oluyordu. O´na karsi gelenler de bu
insanlarin basinda ilah kesilen ve herseyin
kaymagini yiyen zorbalar oluyordu. Tabi basari,
bereket Rabbin yaninda yer alanlara ait oldu.
"Ve sen iman eden salih amel isleyenleri
kendileri icin altindan nehirler akan bahcelerle müjdele..."
K.K. 2/25
Kur´ani
Kerim böylece siyeri tek boyutlu degil tüm
boyutlari ile de veriyor. Bu boyutlari su üc ana
baslikta topluyordu: Var olan toplum ve yapisi,
Yeni kurulacak toplum ve özellikleri, Yeni
kurulacak toplumun kurulus metodu.
Biz
bu üc boyutun sondan baslayarak yukarida
numarasin verdigim ayetlerdeki yapisina ve
tanitimina göz atmaya calisalim. Daha dogrusu
ayetler bize böyle bir siralama sunuyor. O halde
yeni kurulacak toplumu nasil olusturmali
Rasulullah? Ilk cevap: "Süphesiz bu
kendisinde süphe olmayan ve muttakiler icin HUDA
olan bir kitaptir." K.K. 2/2 Acaba Huda (yol
gösterici, rehber) nasil bir yol göstermistir? Görelim
degil, yasamaya hazir olalim derim.
|
Mücadelenin
Bir Baska Boyutu
|
Hüseyin. K. Ece
|
Baskalarina
hükmetme, baskalarina kendi anlayisini kabul
ettirme veya baskalarinin elindekine sahip olma
anlayisi galiba savaslarin en önemli sebebidir.
Insan
yapisi geregi tatminsiz ve kanaatsizdir. Az sey
ile yetinmez, cok seye sahip olmak ister.
Iradesinin ve arzularinin önünde sinirlayici bir
akide yoksa alabildigine basibostur. Hükmü,
arzusuna göre verir ve hükmünde yüzde yüz
hakli olduguna inanir.
Baskalarinin
baska fikirde olmasi, baskalarinin elinde bir
takim imkanlarin olmasi, onu rahat birakmaz. Ölcüsüzlük,
doyumsuzluk, kanaatsizlik onu yanlis yapmaya,
saldirgan olmaya, baskiciliga sürükler. Istegine
ulasmak icin bütün yollari dener, her metodu
mesru sayar.
Bu
tip insanlar öncelikle kendilerinin veya
toplumlarinin üstün olduguna inanmislardir.
Baskalarina hükmetme, cok seye sahip olma,
baskalarina akil verme yönlendirme haklarini
kendilerinde bulurlar. Baskalari onlarin izni
kadar olmak, onlarin verdiklerine razi olmak
zorundadirlar.
Kaynaklarin
paylasiminda hicbir zaman adil degillerdir. Büyük
payin kendilerine ait olduguna inanirlar. Bunun
tabii bir sey olduguna kanaat ettikleri gibi,
baskalarini da inandirmaya calisirlar.
Böyle
bir anlayis süphesiz ki "Kabil"
mantigidir.
Bu
mantik, öncelikle kendisi icin tayin edilen
"ilahi" siniri tanimaz. Hükmü kendi
hevasindan kendi aklindan alir. Ona göre,
onun akli sasmaz karar merkezidir. Aklin üstünde
bir güc yok. Akil her sorunu cözebilir, her
seyin en dogrusunu tesbit edebilir.
Bu
mantik, kendisinin yüzde yüz hakli olduguna
inanir. Buldugu cözüm, ulastigi sonuc mutlaka
dogrudur. Baskalari ne derse desin, neye inanirsa
inansin, önemli degildir. Önemli olan onun ne düsündügüdür,
neye karar verdigidir.
Kabil
mantigi cok menfaatcidir. Baskalarinin sahip
olduklari onun gözünde dev gibidir. Onlarin cok
seye sahip olmamalari gerekir. cok seye sahip
olmak güclü olmaya isarettir. Güclü olanlar
ise ileride problem olabilirler.
Bu
mantik ayni zamanda kiskanctir. Baskalarinin
ulastigi sonuc, elde ettigi bir basari, kazandigi
bir ödül onu cileden cikarir, onu rahatsiz eder.
Basari veya ödül sahibini elindekinden mahrum
etmek icin her yolu dener.
Bu
mantik ayni zamanda despottur. Baskasinin hakli
olabilecegini, baskasinin iyi düsünebilecegini
kabul etmez. Hep kendisi haklidir. Hep kendisi üstündür.
Hep kendisi dogru yoldadir.
Kur´ani
Kerim, Adem´in ogullarinin hikayesini anlatirken
bu mantiga isaret eder. Kabil´i azdiran, isyan
ettiren ve sonunda cok yanlis bir yola sürükleyen
bu mantiktir.
Bir
defa kisi ve toplum, büyük Yaraticinin insan
icin koydugu hükümleri, ölcüleri kabul
etmezse; Kabil mantigi oradan baslar. Ölcüler,
ya akla bir anlamda nefislere ya da atalardan
kalma geleneklere dayanacaktir. Bunun da dogrulugu
elbette kuskuludur. Zaten bir ölcünün, bir
fikrin dogrulugu insan akliyla degil, ilahi ölcüyle
anlasilabilir.
Kisi
olarak Kabil mantigina sahip cok insan görebilirsiniz.
cevrenizde bu tür insanlar yasayabilir.
Iliskilerinizde bu tür insanlarla cok karsilasmis
olabilirsiniz.
Birkac
kisinin böyle olmasi belki cok önemil degildir.
Birkac kötü insanin büyük kitlelere fazla
zarari olmayabilir. Ancak bir toplum, bir devlet
veya koca bir kita, bütün unsurlariyla, bütün
politikalariyla, bütün uygulamalariyla böyle
ise, cok ciddi bir sorunla karsi karsiyayiz
demektir.
Icinde
yasadigimiz topluma ve onun sahip oldugu anlayisa
dikkat cekmek istiyorum.
Bati
bizim icin bir cografya parcasi degildir. Bati
kavrami bizim icin günesin dogusuyla
nitelendirilen bir kara parcasi da olmamistir.
Almanya´da günes dogdugu zaman orasi süphesiz
dogu olacaktir ve günesin hareket yönüne göre,
battigi yerler Almanya´ya göre bati olacaktir.
Bu duruma göre, bazan Amerika kitasi dogu, Türkiye
de bati olabilir.
Ama
"Bati" kavramina bu anlamiyla
yaklasmiyoruz.
Bati,
bizim icin bir kültür, medeniyet ve dünya görüsünün
odaklandigi bir yerdir. Modernizmin din haline
getirildigi bir yer. Gelistirilen uygarligin
insanligi etki altina aldigi bir düsünce dünyasi.
Felsefe, edebiyat, teknoloji, hayat anlayisi ile
yekpare bir anlayisin vatani.
Bati
ile Kabil mantigi arasinda önemli bir baglanti
var. Batinin anlayisi bu Kabil mantigini
yansitiyor. Buna dikkat cekmek istiyorum.
Batililarin
kendilerinin disindaki toplumlara, onlarin kültürlerine,
inanclarina deger yargilarina nasil baktiklarina
bir göz atiniz. Baska insanlara karsi duyduklari
hislere bakiniz.
Egitim
kademelerinde ve üniversitelerde onlari nasil ögretiyorlar,
seminerlerde nasil anlatiyorlar, televizyonlarda
nasil sunuyorlar? Avrupa´nin disindaki toplumlara
karsi nasil bir politika izliyorlar?
Batinin
besyüz yillik tarihini incelerseniz, hic te ak
sayfalarla karsilasmazsiniz. Batinin tarihi biraz
talan, biraz haydutluk, biraz kölelik tarihidir.
Batili cografya kesifleri denilenler yagma
yolculuklari ile baska ülkeleri sömürmek icin
bulmalaridir. Gemilerle denizlere acilan gözü dönmüs,
ac ve zalim korsanlar yillarca ücüncü dünyanin
zenginliklerini Avrupa´ya tasidilar. Bu yagma
seyahatleri Avrupa ülkelerinin genel politikasi
haline geldi. Bu yüzyilin basina kadar bu böyle
sürüp gitti. Bu yüzyilin basinda sömürge
haline getirilmemis, zenginlikleri yagma edilmemis
kara parcasi kalmamis gibiydi.
Bu
yollarla ve sanayi devrimiyle sürekli
zenginlesen, sürekli güclenen bati´da Kabil
mantigi da sürekli büyüdü. Bati, giderek her
konuda iyi düsündügüne ve en üstün olduguna
inandi. Simdilerde batililarin baskalarina tepeden
bakmalarinin arkasinda bu psikoloji yatmaktadir. Bütün
dünyayi sömürge haline getirip idare eden bati,
hala bu hakkin kendilerinde olduguna inaniyor.
(Baksaniza
BM´deki bes daimi üyenin dördü Avrupali)
Bütün
dünyada bir numara olduguna inanan, her bakimdan
üstün olduguna inanan Avrupali kendi icinde
yasayan yabancilara elbette farkli bakmayacaktir.
Avrupa´da yasayip ta bati kültürüyle asimile
olmayan kitleye karsi bati kurumlarinin sessiz
kalacagini sanmak aptallik olur. Bazan gazeteler,
bazan da politikacilar yabancilarin asimile
olmamalarindan sikayette bulunuyorlar. Belki böyle
bir seyi akillari almiyordur.
Onlara
böyle bir durum inanilmaz gelebilir. Yani bütün
dünyanin özellikle siyasi kadrolarin kayitsiz
sartsiz kabul ettikleri Avrupa degerlerine konuk
iscilerin direnmeleri sasirticidir.
Batida
yasayan yabancilarin önemli bir kisminin göcmen
kültürünü koruduklarini ve bati düsüncesi
icerisinde kaybolmadiklarini görüyoruz. Onlar
her seye ragmen kisilerin ve toplumlarin kendi
kimlikleriyle var olduklarini biliyorlar. O
kimliklerini ön plana cikarip hayati o dogrultuda
yasamak istiyorlar. Bu bir anlamda bati kültürünü
benimsememe demektir. Kabil mantigina sahip
batililarin buna hos görüyle bakmalari
beklenmemeli. Ki onlara göre, onlarin her seyi
dogrudur, baskalarinin hicbir seyi dogru degildir.
Madem ki bizim aramizda yasama sansiniz var, öyleyse
bizde olani benimsemek zorundasiniz. Üstelik
Avrupa´nin tarihinde baskalarina hükmetme,
baskalarina yön verme, baskalarini kölelestirme
ve nihayet onlara herseyi kabul ettirme gelenegi
varken...
Göcmenlerin
bir kismi bu olgunun farkinda ve onlar
direniyorlar. Özellikle alt kültür tabakasina
mensub zayif karakterli kisiler ile, kendi
toplumunda bile kimliginin degerini ve ne anlama
geldigini bilmeyenler, bir de batiyi yeterince
tanimayanlar teslim oluyorlar.
Hakim
kültür sahiplerinin misafir kültür sahiplerini
eritme calismalari artarak devam edecektir.
Yabancilar asimile olup bati degerlerini tümüyle
benimseyinceye kadar bu caba sürecektir. Yani mücadele
tarihte oldugu gibi bugün de ayni kulvarda devam
ediyor.
Soguk
savas öncesi sonrasi gibi bos kavramlar bu
mücadeleyi irade etmeye yetmiyor. Süperler mücadeleyi
baska sahalara kaydirdilar. Fakat mikrofon basinda
soguk savasin bittiginden dem vuruyorlar. Kabil
mantigi tasiyanlar var oldugu müddetce hic mücadele
biter mi?
Avrupa´da
yasayan göcmenlerin mücadelenin bu boyutuna
dikkat etmeleri, kendi kimliklerine daha bir siki
sarilmalari en önemli sarttir.
|
ABD Askerleri
Körfez'de Kobay Olarak Kullanildi
|
Yorum
|
Almanya´da
cikmakta olan haftalik Focus dergisinin verdigi
bir habere göre Amerikalilar Körfez savasi
sirasinda 400 bin askerini deney kobaylari olarak
kullandi. Savas sirasinda önceden cok denenmemis
ve etkileri konusunda tam sonuclari alinmamis olan
bir ilac askerlere verilmek suretiyle sinir gazina
karsi korunma denemesi yapildi.
PyridostigminBromid ismi ile anilan ilacin cok
agir yan etkileri oldugu ancak bu denemeden sonra
tesbit edilebildi. Bu agir yan etkilerden bazilari
ani suur kaybi, kalbde meydana gelen bir takim
rahatsizliklar.
Bu
ilacin yan etkileri bir tarafa birakilsa bile
bununla birlikte baska amaclarla kullanilan
kimyasal maddelerin etkilerini asiri derecede
artiran bir ilac bu. Hasarat üzerine arastirma
yapan Jim Moss isimli Amerikan bilim adami yaptigi
arastirmalar sonucu bu ilacin, ayni zamanda körfezde
kullanilan hasaratla mücadele ilaci DEET´nin
etkisini on misli artirdigini tesbit etti. Bu
tesbitle birlikte uzun zamandir teshis konulamayan
Amerikan askerlerindeki körfez savasi
hastaliginin da bu hasaratla mücadele ilacinin
yolacabilme ihtimali olan bir tür zehirlenme
olabilecegi sonucunu da ortaya cikardi.
Bu
sekilde hastalanan kac askerin oldugunu tesbit
etmek mümkün olmamakla birlikte o zaman icinde körfezdeki
Amerikan ordusuna mensup askerlerin yüzde
kirkinin bu hasaratla mücadele ilaci DEET ile
temasi oldugu kesin. Hatta bunun disinda daha
baskaca bir hasaratla mücadele ilaci olan
Permitrin üniformalari üzerine sikilmisti. Bu da
askerlere asilanan ilac Pyridostigmin tarafindan dört
kat daha zehirli hale geliyor.
Bütün
bu tesbitleri yapan bilim adami Jim Moss Amerikan
Tarim bakanliginda calisiyordu. Fakat bu
aciklamalarindan sonra kendisine konusmasi
yasaklanmisti. Haziran sonunda is anlasmasini
uzatmak icin müracaat ettiginde kendisinin isten
atildigini ögrendi.
Bu
ilac 1955´ten beri cok nadir görülen bir sinir
rahatsizligina karsi kullanilmaktaydi. Körfez
savasina kadar da kimse saglikli insanlari sinir
gazina karsi korumak icin kullanmayi aklina
getirmemisti.
Ordu
mensuplari özellikle böyle bir denemenin
kendilerinin haberi olmadan sözlü de olsa
yapilmasini protesto ederek adeta birer deneme
tavsani olarak kullanilmaktan sikayetci oldular.
|
|
|
|