Faruk Eşlik


Ezgilerle büyüdük 07.10.2022

 

 

Seksenli yılların sonu, doksanlı yılların başıydı. Toyduk, farkındalıktan uzaktık, bazılarımız çocuk, bazılarımız da hayatın baharında gencecik delikanlılardık. Küçük dokunuşlara ihtiyacımız vardı. Çoğumuz İmam-Hatip Lisesi sevdasıyla sıkıntılar çekerek okuma gayretindeydik;

Yeşerdik çiçek açtık hayatın baharında,

ne havaya ne suya gönle düşen cemreyiz.

Ilık bir imbat gibi kara kış ortasında,

ne havaya ne suya gönle düşen cemreyiz.” diye başlayan ezgiler duymaya başladık. Cemre düşen gönül rahat durmuyordu artık; “Ezgi Okulu”na başlamıştık. Teknolojik iletişim kanallarının bugünkü kadar güçlü ve etkili olmadığı bir dönemde kulağımıza İslam coğrafyasında olup bitenleri mırıldanıyordu ezgiler;

“Kudüs” diye başladık derslere; Aykut Kuşkaya “Kudüs baharında solmuş dün yemyeşildi çiçekler, Her şey bir bulanık olmuş yok olmuş gökteki renkler” diye derse başladı, sonra devam etti Ömer Karaoğlu, Eşref Ziya Terzi, Abdülbaki Kömür, Taner Yüncüoğlu, Hasan Sağındık, Hakan Aykut ve diğerleri.

Toptan Sarılalım Yüce Kur’an’a

Çünkü Rahmet inmez ayrı durana

Mü’minler İslam’a karşı durana

Biraz öfkelenip kafayı taksa

Esir mi olurdu Mescid-i Aksa?” diyerek doksanlı yıllarda aldığımız dersi yaklaşık otuz yıl sonra İzmir’den bir gurup arkadaşla ve Ömer Lekesiz ağabey ile gittiğimiz Kudüs’te, Mervan Mescidinde, ilk kıblemizde, Miracın merkezinde doyasıya haykırıyorduk.

Rahmetli Erbakan Hocanın bizlere Siyonizm dersi verdiği yıllarda;

Haçlı zihniyet müttefik kurdu

Ey Bağdat seni hainler sardı

Siyonist güçler, kukla sistemler

Kardeşi kardeşe düşman ettiler” diyerek nice âlim yetiştirmiş ümmetin hazinesi Bağdat’ı okuyorduk. Özgür olana dek Ayasofya’yı haykırdık marşlarda, ezgilerde. “Bir Güneş Doğuyor” diyerek umudu bekledik Cezayir’den, Tunus’tan, Filistin’den ve Türkiye’den.

Bant Tiyatrolarının arasından eski model kasetçalarlar ile “Şehit Tahtında”, “La İlahe İllallah” ezgilerini yakalayıp ezberledik. İmam-Hatip davamızı ezgiler ile yaşadık. Okul yıllarında gezilere çıkarken otobüste; “kim söyleyecek bugün marşları?” denildiğinde hep birlikte ezberlediğimiz marşları söyleyerek geçirirdik yolculukları. Ezgilerde / marşlarda müzik kalitesi ve teknolojik altyapıyı önemsemedik; verdiği mesaj ön plandaydı bizim için.

Şehadeti ve şehitlerimizi öğrendik. Ezgiler kadar şehitlerin hayatı da bizim için bir okuldu. Şehit Bilal Yaldızcı’nın şehadetinin üzerinden on yıl geçmişti. Yine aynı yoldan giden Şehit Bahattin Yıldız da bizlere “haydi arkadaşlar 29 Ekim’de Ödemiş’e gidiyoruz!” diyerek yıllarca O’nun öncülüğünde devam ettiğimiz bir geleneği yürütmemize vesile olmuştu.

Yine bir 29 Ekim sabahıydı; İstanbul’dan da bir grup arkadaş İzmir’e gelmiş, içlerinde “Grup Genç” ekibi de vardı. Şehit Bilal’in annesine yazdığı “Bilal öldü derler ise sakın inanma ana; Bil ki ben şehid olmuşum şehitler ölmez ana” sözlerini içeren mektubunu bestelemişler ve ilk kez anne-babasına okumuşlardı. Fikri amca ve Feride teyzenin de onayı alındıktan bir süre sonra “Şehit Bilal Marşı”nın da olduğu kaset “Kan Toprağa Düşünce” adıyla elimize ulaştı. O gün aldığımız dersi hiçbir zaman unutmadık. Yine yıllar sonra bir 29 Ekim günü bu ezgiyi toplu halde Kudüs sokaklarında seslendirmiştik. Bu vesile ile şehitlerimize kutsal topraklarda da dualar etmiştik. Metin Yüksel’i ezgilerden öğrenen birçok genç bundan sonra Şehit Bilal Yaldızcı’yı da ezgilerle anıp dualar edecekti.

Doksanlı yıllarda askere gidene, sevgiliye karışık kaset doldurtup hediye edilirdi. Bizler ise ezgilerle dolu kasetler yapıp hediye ederdik sevgiliye. Aykut Kuşkaya ağabeyin “Umut Sancısı” ile başlayan kasetler Eşref Ziya’nın “Zaman” ve Hasan Sağındık’ın “Ben Hep Seni Düşünürüm” eserleriyle devam ederdi.

İmanı, ihlası da o dönem çıkan kasetlerde dinlediklerimiz ile pekiştirdik. Mehmet Emin Ay ve Mustafa Demirci de o dönemde ezgi albümlerinin yanında bu minvalde kasetler yayınlayıp geniş kitlelere hitap etmişlerdi. Ender Doğan gibi bazı sanatçılar ise Anadolu irfanını anlatan, tanıtan türkülerle bezeli albümler yapmaya başlamış ve halen icraya devam ediyordu.

Doksanlı yıllar ümmet coğrafyasında cihadın yoğun olarak yaşandığı, ülkemde ise başörtüsü ve İmam-Hatiplilere yapılan zulümlerle mücadele yıllarıydı. “Yedi Güzel Adam”dan birisi olan Akif İnan’ın şiir kitabı “Tenha Sözler”i doksanbeş yılında kendime yol arkadaşı edinirken “Doğ Ey Güneş” şiirini de;

Her eylem yeniden diriltir beni

Nehirler düşlerim göl kenarında.

Doğ ey güneş erit taştan adamı

Ve kurut taşları diken elleri.” ezgisiyle meydanlarda, sokaklarda haykırıyorduk. Sonrasında Erdem Beyazıt, Ahmet Mercan, Osman Sarı, Nurullah Genç gibi nice kıymetlilerin şiirleri bestelendi. Özel radyolar bir furya halinde ortaya çıktığında ezgileri o kanallardan takip etmeye başladık. Bir albüm çıktığında aylar sonra ulaşırdı bizlere ve Anadolu’nun şehirlerine. Önce radyolarda duyardık ezgileri, bir süre sonra ajansları ve kitabevlerini takip ederdik kasetlere kavuşmak için.

28 Şubat süreci geldiğinde başörtüsü zulmü artmış ve mücadeleler devam ediyordu. Tüm Türkiye’de el ele zulmü protesto zincirleri oluşturulduğunun sabahında radyoda Taner Yüncüoğlu’ndan;

Yemenidir yaşmaktır bayraktır başörtüsü,

Şimdi öz vatanında tutsaktır başörtüsü.

Zulümdür gelir geçer, inanan kalmaz naçar,

Kuytu sularda açar, zambaktır başörtüsü.

İdealler arzular, yasağa nasıl sığar,

Her gün yeniden doğar, şafaktır başörtüsü” diye başlayan eseri dinlemek bizim için önemli bir motivasyon kaynağı olmuştu. Dar zamanda ezgilere sarıldık, zor zamanda ezgi söyleyerek umutlandık. Yıllar sonra Avrupa’daki dostları ziyarete gittiğimizde sabahlara kadar ezgiler, marşlar söyleyerek hasret giderdik.

Yeşil Pop, İslami Pop, Yeşil Müzik gibi tanımlamalar yapılmaya çalışılsa da onlar bizim ezgilerimiz, marşlarımız oldu her zaman. Yıllar geçtikçe müzik kalitesi, teknik alt yapılar, bütçe imkanları güçlenirken teknolojik iletişim imkanları da kullanılmaya başladı ve bu vesileyle daha geniş kitlelere ulaşıldı. Bazen unutulur gibi olsa da ipin ucunu hiç bırakmayan ve eskimeyen sanatçılarımız, arkadan gelen yeni sanatçılar ile birlikte ezgi kültürünü yaşatmaya devam ediyorlar.

Minareler süngü, kubbeler miğfer,

Camiler kışlamız, müminler asker,

Bu ilahi ordu dinimi bekler,

Allahu Ekber, Allahu Ekber” şiirinin bestesini Eşref Ziya ile birlikte 15 Temmuz sürecinde meydanlarda hep bir ağızdan haykırırken, bu şiiri okuduğu için yıllar önce bugünün Cumhurbaşkanını cezaevine gönderen zihniyeti de unutmuyorduk.

Ezgiler bize vefalı olmayı da öğretti, çünkü onları icra edenler de vefalıydı 2010 yılında Afganistan’da şehit olan , “Güllerin Vedası” kitabındakiler gibi bu dünyaya veda eden Bahattin Yıldız için

“Bu son bir sesleniş sana

Güllerin anısına,

Özlemin alev alev

Kül olmaz yangınlarda.

Alır da başını gidersin

Duramazsın ki buralarda,

Gözlerin çok uzaklarda

Gözlerin o diyarlarda” bestesini hemen duyuverdik Grup Genç’in Konservatuar mezunu genç solisti Murat Polat’tan.

Bir okul gibi ezgileri unutmamak ve unutturmamak adına onlara karşı da vefalı olmalı; dinlemeli, dinletmeli, gençlere öğretmeliyiz. Onlar zor zamanda önemli bir misyonu yerine getirdiler. Cep telefonları melodi çalmaya başladığından bugüne yaklaşık 20 yıldır (halen) telefonumun ezgisi

Alamazlar, alamazlar imanımı

Perçinlemiş yaradan

Sevdam öyle bomboş değil ki

Baş koymuşum baştanbaşa” ezgisinin melodisiyle başlıyor. Eskiler duydukça hatırlayıp söylüyor, gençler ise merak edip dinliyor ve soruyor ne olduğunu.

Yağmur düştü yolumuza, dolu, kar vurdu,

Yiğit yiğide yanaşmak, yine kâr oldu,

Gönül gönüle değince, yol mu dayanır hey dost” eserini dinleyerek dostlarla yola çıkardık.

Yola çıktıklarımızı ve yolda söylediğimiz ezgileri hiçbir zaman unutmadık. Onlar bizimdi, bizdendi, yerliydi, bir nesil için okuldu. Bazen coşkuluydu, bazen ümitliydi ama hep hüzün doluydu ezgiler.


Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.