Hüseyin Kerim Ece

 

Kur'an'da ziynet kavramı -4- 24.11.2017


Bu dünyada insana verilenler aslında ariyeten verilmiş bir ziynettir, geçici övünme sebebi, süsü ve güzelliğidir. Ancak bundan daha güzeli ve hayırlısı var.

Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür (ziynetidir). Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâla buna aklınız ermeyecek mi?

Kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve o vaad edilen şeye kavuşacak olan kimse, dünya hayatının geçimliklerinden yararlandırdığımız, sonra da kıyâmet günü (hesaba çekilmek için) huzura getirilecek kimse gibi midir?” (Kasas 28/60-61)

Yani “ey kendilerine mal ve evlat verilen insanlar! İşte bu sahip olduklarınız şu dünya hayatında istifade ettiğiniz şeylerdir. Bu size Allah’tan gelebilecek (cezadan) kurtaramaz. Âhirette de size bir fayda sağlamaz. Allah’ın yanında itaat edenler ve kendi dostları için hazırladıkları size bu dünya hayatında verilenlerden, (sizin sahip olduğunuzu zannettiklerinizden), dünya ziynetinden daha kalıcıdır. Sevap bakımından daha devamlıdır.” (Taberî, İbn Cerir, Câmiu’l-Beyân, 10/91)

Burada biri iki dünyalı diğeri tek dünyalı iki tipten söz edilir. İki dünyalı olan ebedî dünyasına yaptığı yatırımı kat kat fazlasıyla bulmuş, tek dünyalı olan onu da kaybedince elleri boş kalakalmıştır.” (İslâmoğlu, Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an, 2/768)

el-Kureyşî der ki: Bu âyetler mü’min kafir herkes hakkında indi. esSa’lebî’ye göre ise dünya hayatında afiyet, sağlık ve zenginlik gibi nimetlerle faydalandırılmış, Âhirette ise cehennemi hak edecek inkârcılar ile Allah’ın va’dine güvenerek belâya sabreden ve Âhirette kendisine Cennet verilecek mü’minler hakkında inmiştir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2368)

Özelde Mekke müşriklerine, genelde hayatı dünyadan ibaret zanneden herkese hitap eden âyetler sahip olunan her şeyin (ziynetlerin) fani olduğunu hatırlatıyor. Buna karşın Âhirete inanıp da ona hazırlananlara Allah’ın vereceği karşılığın daha hayırlı ve kalıcı olduğu haber veriyor. İnsanın aklını kullanıp hayırlı olan ile şer olanın arasını farketmesini, fani olan şeylerer takılıp kalmadan hiç tükenmeyecek nimetlere talip olmasını emrediyor.

Arkasından da iki grup insan örnek gösteriliyor ve bu ikisinin aynı olmadıkları söyleniyor.

Bunlar: Kendisine yaptığı güzel işlere karşılık söz verilen kimse. Öyleki böyleleri kendilerine va’dedilenlere mutlaka kavuşurlar.

İkincisi; dünya hayatından Allah’ın verdiği izinle ve yarattığı imkanlarla faydalanan, ama sonunda Kıyâmette hatalarının hesabını vermek üzere Allah’ın huzuruna çıkacak kimse.

Birinci grupta olanlar; dünya hayatının süsüne, zenginlik ve zevkine aldanmazlar, Allah’ın va’dine inananıp zorluğuna rağmen dünya Âhirete hazırlanırlar. Sonunda ilâhi ödüle kavuşurlar.

İkinci grupta olanlar ise; dünya hayatının ve zevklerinin daha sevimli, daha doyurucu, daha kalıcı olduğunu zannederler. Âhirete inanmazlar, inanmadıkları için de ona hazırlanmazlar.

Halbuki dünyada insanın hoşuna giden her şey, buraya ait ziynettir, ama fanidir. Asıl kalıcı olan, asıl insanı doyuracak olan, asıl kazanç Allah’ın sâlih kullara vadettiği Âhiret nimetleridir.

Dünyadaki bütün nimetler, zenginlikler, zevk ve eğlenceler, insanların sahip olup kullandığı her şey Allah’ın katındakilerle mukayese edildiği zaman, hepsi basit, ucuz ve değersiz kalır. Allah’ın katında olan ise daha hayırlıdır.

Bu değerlendirme elden çıkmasından korkulan servet ile, yahut şımaran kavimlerin yerle bir edilen uygarlıkları ile ilgili değil, kesin bir hükümdür. Çünkü bunlar dünya hayatının süsüdür (ziynetidir).

Aklını kullanan bu gerçeği anlar.

2. âyette dileyen dilediğini seçsin diye insanların gözlerini önüne iki sayfa seriliyor. Birisi; Allah'ın güzel bir vaadde bulunduğu kimsenin sayfası. Bu kimse Âhirette Allah'ın kendisine yönelik vaadinin gerçek olduğunu görüyor ve kesinlikle kendisine söz verilen ödülü alıyor. Diğeri de dünya hayatının sınırlı ve basit nimetlerine kavuşan kimsenin sayfası. Sonra böyleleri Âhirette hesaplaşmak üzere Allah'ın huzuruna getirtiliyor. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kuran, 5/2705)

Âyet aynı zamanda “din uğruna eziyete uğrarım, dünyalık açısndan zarar ederim, rahatım kaçar, belki evimden yurdumdan çıkarılım” diye endişe edenlere de hitap ediyor.

İnsanın elinde olan dünyalıkların ömrü ve değeri bir insan ömrü kadar bile değil. Ama Allah’ın kendi yolunda olanlara hazırladığı ödüller ise buna benzemez.

Bu gerçeğe rağmen Allah’tan gelen hidâyetin değerini bilmemek, buna sırt çevirmek, gereğini yapmamak aklı kullanmamaktır. İnsan dünya çıkarı için Allah yolunda olmayı, ölüme hazırlanmayı unutursa, o bedbahtlardan olur. Hidâyete uyanlar ise Allah’ın yanındaki sonsuz nimetlere erer. (Ateş, Süleyman. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 6/454)

Aklını kullanan hangisini tercih eder acaba?

Şüphesiz hidâyeti tercih eden ile dünya hayatını tercih eden bir olmaz. Çünkü birisi mutlak kurtuluşu, sonsuz nimetleri, cennet lezzetlerini; diğeri ise ebedi hüsranı, geri gelmeyecek bir kaybı ve cehennemin acılarını kazandırır.

Mekke müşriklerinin Vahye inanmamak için ileri sürdükleri mazeretten biri de buydu. “Ey Muhammed! Sana uyarsak dünyalık rahatımızı kaçar, lüksümüz bozulur” anlayışı idi.

Kur’an bunu şöyle açıklıyor:

Dediler ki: “Eğer seninle birlikte hidâyete uyacak olursak, yerimizden (yurdumuzdan ve konumumuzdan) çekilip-kopartılırız". Oysa biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürününün aktarılıp-toplandığı, güvenli bir harem'de yerleşik kılmadık mı? Fakat onların çoğu bilmiyorlar.” (Kasas 28/57)

Mekkeli müşrikler acaba niçin böyle diyorlardı?

Neyi kaybetmekten korkuyorlardı?

Mekkeliler hz. İsmail’in torunları ve Kâbe’nin yanında yaşıyorlardı. Çevredeki kabileler onlara peygamber torunları ve Kâbe’nin komşuları gözü ile bakıyorlardı ve onlara saygı duyuyorlardı. Bu sebeple arapların nazarında önemli bir yeri ve itibarı vardı. Onlar bu itibarı ticarete de yansıttılar. Çevrede güvenlik tehlikesi, yağma, saldırı, gasp olayları yaşanırken onlar Mekke’de güven içinde idiler. Ticaret kervanları ve tüccarlar gittikleri yerde saygı görüyor ve emniyet içinde ticaretlerini yapıyorlardı. Mekkeliler bu durumdam elbette memnun idiler. Zira bu durum iyi kâr getiriyordu. Ziraatin olmadığı Mekke ve civarı bu ticaret sayesinde meddi açıdan iyi bir durumda idi.

İşte onlar müslüman olurlarsa bu itibarı, saygıyı ve kârlı ticareti kaybetmekten korkuyorlardı. Ancak Allah (cc) kendi katında olanların, hidâyete erenlere hazırlanan karşılıkların onların değer sevdiği dünyalıklardan, bu gibi şeylerden daha değerli ve kalıcı olduğunu bildiriyor. Halbuki ellerindeki dünyalıklar onların ellerinin emeği değil; Allah’ın onlara lütfu olduğu hatırlatılıyor.

Sonuçta bunlar, dünya haytının süsü, geçimlikleri, fani lezzetleridir.

Onlar zayıf yaratıklar korktular ama her şeye gücü yeten Yaratıcı’nın tasarrufunu akıldan çıkardılar. Allah’ın kendilerini yeryüzünde halife kıldığını, kendilerine hükümranlık ve nimetler verdiğini, Kâbe sayesinde güven ve refah içinde yaşadıklarını, saygı ve itibar gördüklerini; bütün bu nimetlerin Allah’tan geldiklerini unuttular. Peygamberin davetine uyarak şükretmek yerine, karşı gelerek nankörlüğü seçtiler.

Bu, Mekkeli müşriklerin inanmamak için ileri sürdüklere mazeretlere birinci cevaptı.

İkinci cevap şudur: Onlara verilen bu nimetlerin benzerleri bir zamanlar Âd, Semûd, Medyen gibi kavimlere de verilmişti. Tarihte pek çok kavim o zamana göre yüksek hayat standına kavuşmuştu. Ancak onlar şımardılar, azgınlaştılar, kendilerine gelen peygamberleri dinlemediler. Sonuçta o yüksek hayat standardı, zenginlikler, görkemli şehirler, heybetli binalar onları azaptan kurtarmadı.

Müşriklerin mazeretlerine verilen üçüncü cevap: Onlardan önceki kavimlerden bazıları sapıklığa, ahlâksızlığa düştüler. Kendilerini kurtarmak için gönderilen peygamberin çağrılarına ve uyarılarına kulak asmadılar. Aynı uyarı Mekkeliler (tabii bütün insanlar) için de geçerliydi. Eğer onlar da önceki kavimler gibi inkâr, zulüm ve ahlâksızlıkta ısrar ederlerse, aynı şey onların da başına gelebilir.

Müşriklerin mazeretlerine verilen dördüncü cevap: İnsana verilen bir kaç senelik ömür onun yolculuğunun ilk merhalesidir. Hiç bir zaman sona ermeyecek olana hayat henüz gelmedi. Kişi burada diledği gibi, çalışabilir, yeyip içebilir, kazanıp harcayabilir, konforlu bir hayat sürebilir, hatta biriktirebilir. Ancak günün birinde buradan eli boş ayrılacaktır.

Akıllı insan bu dünyadaki geçici lezzetlere karşılık, Âhirette karşılacağı azap konusunda pazarlık yapmaz. Uyarılara kulak asar.

Bununla beraber İslâm insanın dünya nimetlerinden temamen yüz çevirmesini istemez. Yanlış olan dünyayı Âhirete tercih etmektir. Ya da Âhireti hesaba katmadan yaşamaktır.

Çünkü dünya fani, Âhiret bakidir. Dünya süflidir, Âhiret nimetleri, zevkleri ise ulvidir.

Dolaysıyla bir müslüman dünya ziynetlerini, ona Âhiret kurtuluş ve mutluluğunu sağlayacak şekilde elde etmeye çalışmalı, bu amaçla kullanmalı. Kendisine Âhiret azabı kazandıracak şekilde dünyalıkların peşine koşmamalı.

Peygamber (sav) de Mekkeli müşriklerden işlerini, ticaretleri, çalışmalarını bırakıp dilenci olmalarını, derviş hayatı yaşamalarını istemedi. Onun söylediği; insanın tutku derecesinde bağlandığı dünyalıkların fani olduğu ve bunları imanın öngördüğü ölçülerde kullanma ahlâkı, sonsuz olan Âhiret nimetlerini kazanmak için dikkatli olma idi.

Arkasından sanki şöyle söyleniyor: İsyanda ve kötülükte ısrar edenler, Peygamber’e inanmayı reddedenler, Âhiretteki ebedî hayatta şöyle şöyle kötü sonuçlarla karşılacaklardır. Şu halde dünya hayatının zinet ve servetleriyle iyice keyif sürdükten sonra, isterlerse dünyadayken hiçbir felâkete maruz kalmamış olsunlar, sonunda böyle bir akibetle karşılaşmalarının iyi bir alış veriş olup olmadığına kendileri karar versinler.” (Mevdûdî, Ebu’l-Ûla. Tefhîmu’l-Kur’an (ter.), 4-203-204)

Mekkeli müşrikler müslüman olurlarsa konumlarını, refah ve güvenlerini kaybedeceklerini, kârlarının azalacağını, başlarına belâların geleceğini sanıyorlardı. Âyet onların bu kanaatlerinin temelsiz olduğunu, hak ve hakikatin dünyalık çıkarlara bağlı olmadığını haber veriyor. Halbuki eski dinlerini terketmezlerse, müşrik ve kâfir olarak ölürlerse asıl o zaman başlarına belâ gelecek, hüsrana uğrayacaklar. Dünyanın süsüne aldanıp şımarırılarsa ve isyan ederlerse üzerlerine azap inecek. Nitekim nice kavimler zulümleri sebebiyle dünyalık cezaya uğradılar. Övünüp durdukları dünyalıklar kendilerini kurtaramadı. (Hicazî; M. Mahmud. Furkan Tefsiri (ter.), 4/469)

Sapıklığı (dalâleti) hidâyete, geçici olanı sonsuz olana, dünyada zevklenmeyi Âhiretin saadetine tercih edenleri âyet bir daha uyarıyor. Şu anda sahip olunanlar; kültür, uygarlık, servet, madde, lüks hayat, güç ve kuvvet, kurum ve kuruluşlar, tapular, hisseler, mülkler, yatırımlar, ünvanlar ve makamlar, gelenek ve atalar mirası; ne varsa hepsi dünya hayatının süsü gibidir. Bunlardan günün birinde ayrılması kesin olanlar için kısa bir zevktir, tadımlık bir meşguliyet, terkedilecek bir oyalanmadır. Ama asıl kazanç, asıl kalıcı olan, asıl devam edecek olan; kişinin salih amellerine karşılık Allah’ın hazırladığı, ama henüz tam açıklamadığı ebedî ödüldür, kazançtır, apaçık başarı ve kurtuluştur.

Allah (cc) burada dünya ve ondaki bayağı lezzetlerin, hoşa giden zinetlerin, zenginliklerin fani oluşundan; bunların Âhirette sâlih kullarına hazırlanan sonsuz ve daha değerli nimetlere nisbetle daha değersiz olduğunu haber veriyor. Nitekim bu gerçek başka âyetlerde farklı ifadelerle tekrar ediliyor.

Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır. Elbette sabredenlere, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.” (Nahl 16/96)

Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.” (Ra’d 13/26)

Fakat sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret, daha hayırlı ve süreklidir.” (A’la 87/16-17)

Müstevrid ibni Şeddad’ın anlattığına göre Peygamber’in dünya hayatı hakkında şöyle dedi: “Allah'a yemîn olsun ki; âhirete göre dünya, ancak sizden birinin parmağını denize daldırması gibidir. Baksın bakalım, kendisine ne dönecek? Parmağı kendisine denizden ne getirebilecek?” (Müslim, Cennet/14 (55) no: 7197. Tirmizî, Zühd/53 no: 2323)

Câbir’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (sav) bir gün yanında sahabeleriyle birlikte çarşıya uğramıştı. Yolda bir oğlak ölüsüne rastladı. Onun kulağından tutarak: Hanginiz bunu bir dirheme satın almak ister?” diye sordu. Sahabeler: “Daha ucuza bile olsa almayız. Çünkü o hiçbir işimize yaramaz” dediler. Peygamber: Peki, size bedava verilse onu ister miydiniz?” diye sordu. Onlar da: “Vallahi o diri bile olsa kulaksız olduğu için kusurludur, ölüsünü ne yapalım?” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber: Allah’a yemin olsun ki, işte şu oğlak leşi sizce nasıl değersiz ise, dünya hayatı Allah’a göre ondan daha değersizdir” buyurdu.” (Müslim, Zühd/2 no: 7417)

Ebu Sa’id (ra) Peygamber’in (sav) şöyle dediğini anlatıyor: “Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyaya (bağlanmaktan) sakının..” (Müslim, Zikr/99 no: 2742. İbn Mâce, Fiten/19 no: 4000)

Ebu Said (ra) anlatıyor: “Rasûlüllah (sav) minbere oturdu, biz de etrafında yerlerimizi aldık. Şöyle dedi: “Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin sizlere açılmasıdır!” Bir adam (araya girerek söze karıştı ve):”Yani (nâil olacağımız) hayır, şer mi getirecek?" diye sordu. Peygamber bu soru üzerine sustu. Kendisine; “ne oluyor sana, (görüyorsun ki) Peygamber seninle konuşmuyor” denildi. Gördük ki, kendisine vahiy gelmekte. Derken vahiy hâli açılmış, yüzündeki terleri silmekte idi. “Şu soru soran nerede?” diye sordu. Sanki adamı (sorusu sebebiyle) takdir ediyor gibiydi. Sözlerine şöyle devam etti:

Muhakkak ki, hayır, şer getirmez. Ancak derenin bitirdikleri arasında, ya çatlatarak öldüren ya da ölüme yaklaştıran bitki de var. Yalnız yeşil ot yiyen hayvanlar müstesna. Zira bunlar yeyip böğürleri şişince güneşe karşı dururlar. Akıtırlar ve rahatça defi hacet yaparlar, sonra tekrar dönüp yayılırlar. Şüphesiz ki, bu mal hoştur, tatlıdır. Ondan fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın Müslüman sâhibi en iyi (insan)'dir. Bunu haketmeden alan, yediği halde doymayan kimse gibidir. O mal, kıyâmet günü aleyhinde şâhidlik yapacaktır.” (Buhâri, Zekât/47 no: 1465, Cihâd/37 no: 2842, Rikâk/7 no: 6427. Müslim Zekât/42 (123) no: 2423. Nesâi, Zekât/81 no: 2582)

Dünyadaki bazı şeyler insanlara cazip gösterilse de sonunda hepsi geçici ve Âhirete göre değersizdir. Kur’an buna “dünya metaı (geçimliği)” diyor.

Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.

De ki: “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir.” (Âli İmran 3/14-15)

Kur’an, dünyayı Âhirete tercih edenleri uyandırmaya, uyarmaya ve tefekkür etmeye devam ediyor:

Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Fâtır 35/5)

Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.” (Kehf 18/45)

“Allah (cc) bu âyetteki benzetme ile dünya hayatının geçiciliğini, ibret nazarıyla bakan insanın, bir bitkide dahi kendi hayatının başlama, gelişme ve tükenip son bulma safhalarını açık bir şekilde görebileceğini belirttikten sonra, insana yaraşanın, dünyanın geçici zinetlerine aldanmak yerine, kısa süren dünya hayatında yapacağı iyi işlerle ebedî saadete erişmek olduğuna bir sonraki âyette işaret etmektedir.” (TDV Meali, s: 298)

Âhiretteki azabın sebebi cehennemliklerin dünya süslerine, geçimliklerine aldanıp Âhirete inanmamaları, dolaysıyla ona hazırlanmamaları ve isyan etmeleridir. Yani suç işlemeleridir.

Bu (azap), onların dünya hayatını Âhirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kâfirler topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür.” (Nahl 16/107)

Halbuki dünya hayatı geçici bir oyundur, anlık zevk veren bir oyalanmadır.

Çünkü (akıllarını kullansalardı bilirlerdi ki) bu dünya hayatı geçici bir zevk ve eğlenceden başka bir şey değildir; oysa sonraki hayat, tek )gerçek) hayattır: keşke bunu bilselerdi.” (Ankebût 29/64)

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin ho

şuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Âhirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.” (Hadîd 57/20. Bir benzeri: Muhammed 47/36)

Hâlâ akletmez misiniz?” Dünyanın ve ziynetlerinin fani Âhiretin baki olduğunu anlayacak iz’anınız yok mu?


(Devamı var...)

 

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.