Hüseyin Kerim Ece

 

Kur'an'da süsleme tezyin fiili 2 09.11.2018


O göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Güneşin farklı doğuş noktalarının Rabbi de O’dur.

Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık (zeyyennâ) ve orayı azgın, isyankâr şeytanlardan/cinlerden koruduk.” (Saffât 37/5-9)

Ya da; “Biz orada yıldızları süslemekle (semâyı süsledik) ve…”

Veya; “Biz, o semâyı bir süs ile yani yıldızlarla süsledik ve…”

Yahut; “Biz yıldızların güzelliği ile göğü süsledik ve…”

"Yakın gök" ifadesi ile, gözlerimizle görebilmenin mümkün olduğu uzaya işaret edilmektedir. Nitekim daha uzakta bulunan, yerlerini bilemediğimiz birçok "semâ/gök" vardır.

İbni Abbas’tan gelen bir görüşe göre göğü süsleyen yıldızların kendileri değil, bulundukları yerdir. (Beğavî, H. b. Mes’ud. Meâlimu’t-Tenzîl, 4/23)

Başlangıçtan günümüze kadar insan, "gök" fadesi ile belli bir yeri kastetmemiş ve uzayın görebildiği kadarını "semâ" olarak adlandırmıştır. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 5/11)

Burada kastedilen gök cisimlerinin kendileri değil ışıklarıdır. (Allahu a’lem) Dolayısıyla “yakın gök” ifadesi, ışığı dünyaya ulaşan yıldızların bulunduğu tüm uzayı kapsar.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/885)

Şüphesiz ilâhi kudretin bu muhteşem gestergesini, isbatını ancak ibret nazarıyla, ya da Allah’ın bak dediği yerden bakanlar anlar.

Burada hem seçkin insanların ve âlimlerin, hem de avamın (halkın) bildiği, gözle idrak edebildiği ziynetlere işaret edildiği gibi, yalnızca seçkin insanların veya âlimlerin bildiği aklî ziynetlere de, yani onlara ait hükümlere ve onların gidişine de işaret edilmektdir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 319-320)

Ey insanlar, işte sizin önem verdiğiniz dünya: Onun süsü yıldızlardır. Yani Allah onu onlarla tezyin etti, süsledi. Ya da yıldılzarı tezyin etti de bununla gök müzeyyen (süslü) oldu. Buna göre yıldızlar göğün süsüdür.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/469)

Bir yandan göğü pek çok yıldız kümeleriyle donatılması, bir yandan bunların muhteşem estetik görünüşü, gerçeği görebilen ve güzelliğin arkasındaki anlamı kavrayabilenler için Allah’ın mutlak varlığını ve kudretinin yüceliğini gösteren açık seçik isbatlardır. İnsanın, bunları bilip görürken hâlâ inkârcılıkta direnmesi akıl ve iz‘anla bağdaşmaz.” (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 3/310)

Allah (cc) ona (ibret gözüyle) bakanlar için göğü tezyin etti. Yani onu çeşitli burçlarla, nurdan avizelerle, güzel manzaralarla süsledi. Gök bu haliyle o kadar güzeldir ki dikkat çekmemesi, bakanların ibret almaması mümkün değildir. Fakat bunun için baktığını görecek, gördüğünün arkasında yüce kudreti sezecek, bu eşsiz sanatın sanatkarını anlayacak bir basirete sahip olmak gerekir. Göğün bu şekilde süslendiğinin dile getirilmesinin sebebi, insanlar bu yüce esere baksınlar ve Yaratıcıyı bilip Tevhide ersinler diye. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/198)

"Bize en yakın göğü, bir süsle ve yıldızlarla süsledik."

Bu süsü görmek ve bu kâinatın kuruluşunda ana unsurun "güzellik" olduğunu kavramak için gökyüzüne bir kez bakmak yeterlidir. Orada sanatkârın sanatında eşsiz bir var ediş, güzel bir ahenk görürsünüz. Oradaki “güzellik-ziynet” derinde ve kainatın yapısındadır. Yoksa gelip geçici ve yüzeysel değildir. Yüce Sanatkârın tasarımı, yaratmada güzellik ve aynı derecede kusursuz yaratma üzerine kuruludur. Yerde ve göklerde her şey bir ölçü üzeredir. (bkz: Rahman 55/7-8) Her şey görevini hassasiyetle yerine getirir.

Gökyüzü... Üzerine serpilmiş yıldızlar... Bu tablo, insanın gözünün görebileceği çok güzel bir tablodur. Göz bu tabloya bakmaya doyamaz. Sanki her yıldız insana bakmaktadır. Ya da her biri sanki insana göz atan sevgi gözüdür. Bazen ışığı kaybolmakta, bazen kendilerine bakınca yeniden parlamaktalar. Geceden geceye değişirler, birbirini izlerler. Bu da bakanlar için teselli gibidir. Gönüller onların verdiği hoşnutluktan hiç usanmaz. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 5/2983)

Arkadan gelen âyetlerde şöyle deniyor:

Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.” (Saffât 37/8-9)

Bundan sonraki âyet bu yıldızların başka bir görevi daha olduğunu, bunların içinden şeytanlar, seçkin meleklerin topluluğuna (mel-i a'la’ya) yaklaşmasınlar diye onlara atılan alevli gök cisimleri olduğunu ifade etmektedir:

Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.” (Saffât 37/10)

"Ve onu itaat etmeyen her şeytandan koruduk."

Yıldızlar içinde, gökyüzünü azgın ve haddi aşan bütün şeytandan koruyan; onların arkasından atılan mermi gibi yıldızlar vardır. Bu yıldızlar, gökyüzünü korur ve seçkin meleklerin konuşmalarım duymalarına engel olurlar. Şeytan onları dinlemeye yeltenirse, atılan o yıldızlar her yönden şeytanı yakarlar ve derhal kovup uzaklaştırırlar...

Ve o şeytana âhirette de sürekli, ardı arkası kesilmez bir azap vardır.

Bizler azgın şeytanın göğe nasıl kulak verip dinlediğini, nasıl çalıp çarptığını ve atmosferi delen alevli yıldız ile nasıl kendisine ateş edildiğini bilmiyoruz. Bu tür konularda bizlerin yapacağı, Allah'tan bu konuda gelen açıklamaları tasdik edip inanmaktır. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 5/2984)

Allah meleklerin semâdan vahiy ile indiklerini haber verdikten sonra semâyı da yıldızlarla süslediğini, (şeytanların) hırsızlama yoluyla melekût âleminde konuşulanları dinlemelerine karşı koruduğunu açıklamaktadır. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2589)

Yani kovulmuş şeytan, onun taifesi veya adamları cinler gökten haber çalamazlar. Eğer çalmaya kalkışırlarsa, böyle bir şeye teşebbüs ederlerse onları bira alev topu, yakıcı bir ateş takip eder. Ya da onlar korunmuş olan bölgeye yaklaşamazlar. Buna kalkışanlar her taraftan adeta taşa tutulup kovulurlar.

Şeytanlar hele hele peygamberlere inan vahiyden hiç bir şey işitemezler, hiç bir şey kapamazlar.

Çünkü “O Kur'an'ı şeytanlar indirmemiştir. Bu onların harcı değildir; zaten, buna güçleri de yetmez. Çünkü onların vahyi işitmeleri engellenmiştir." (Şuarâ, 26/210-212)

Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık (zeyyennâ)... buyruğu hakkında Katâde şöyle demiş: “Yıldızlar üç hikmet üzere yaratılmıştır. a.Şeytanlara atılmak için, b.kendileri vasıtasıyla yol bulmak üzere, c.bir aydınlık ve dünya semasına da bir süs olmak üzere.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2589)


?

Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu ve yerleştirmeye çalıştığı iman esaslarının başında tevhid ve âhiret inancının geldiği, bu iman esaslarını isbatlamak için pek çok delil ortaya konduğu görülmektedir. Hıcr 6-7. ve 15. âyetlerde putperestlerin inkârcı ve inatçı tutumları hakkında özetle bilgi verildikten 16-18. âyetlerde Allah’ın birliğini ve kudretinin sınırsızlığını ifade etmek üzere gökle ilgili, bunları takip eden âyetlerde yerle ilgili, 26. ve devamındaki âyetlerde de insanın yaratılışıyla ilgili kozmolojik deliller sıralanmakta; daha sonra âhiret hayatından söz edilmektedir.” (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 3/309)

İnatçı kâfirler kendilerine gökten kapı açılsa, o kapıdan göğe yükselseler, bu olağanüstü olay karşısında bile iman etmezler. Aksine “herhalde gözlerimiz bağlandı, nerede olduğumuzu şaşırdık, belki de bize büyü yapıldı” derler.

İnanmayanların inatçılıkları bu şekilde anlatıldıktan sonra şöyle deniyor:

And olsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar için donattık (zeyyennâ).

Ve onu bütün kovulmuş ‘şeytan’lardan (ya da şeytanî güçlerin müdahelesinden) koruduk.

Ancak kulak hırsızlığı yapmak isteyen olabilir ki onun peşine de açıkça görülen bir ateştopu düşer.” (Hıcr 15/16-18)

Yani dünya göğünde Güneş ve Ay için menziller (yörüngeler) yaptık. Ki onlar da göğü süsleyen yıldızlardan birer yıldızdır. Göğün bu denli tezyin edilmesinden ancak basiretle bakanlar ibret alabilirler. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 7/499)

Biz gökte yıldız kümeleri meydana getirdik ve böylece onu tezyin ettik. Ne var ki ilâhi kudretin bu muhteşem göstergesini ancak ibret nazarıyla bakanlar anlar.

Yine Biz gökyüzünü ilâhi rahmetten kovulmuş olan her türlü şeytanî gücün müdahalesinden koruduk. Öyle ki göklerden gizlice haber çalmaya kalkışanlar olursa onları yakıcı bir ışık yumağı kovalar.”

18. âyet “göklerden haber çalma” (istirak-ı sem’) denen şeyin gerçekliğinden söz etmemekte, bilakis İslâm öncesi Arap toplumunda kâhinlerin cinler ve şeytanlarla irtibat kurduğu ve bu sayde metafizik âlemle ilgili bilgiler kotardığı, böylece gelecekle ilgili kehânetlerde bulunduğu yönündeki inancın asılsızlığını belirtmektedir.” (Öztürk. M. Kur’an-ı Kerim Meali, s: 366)

Bu âyette bir daha göğün burçlar ile tezyin edildiği söyleniyor. Allah (cc), kâfirlerin küfür ve inkârlarından, putlarının acizliklerinden söz ettikten sonra, vahdaniyetine (birliğine) delil/kanıt olmak üzere kudretinin yüceliğini sözkonusu ediliyor.

Aslı zuhur etmek, çıkmak, görünmek anlamına gelen “burûc” köşkler ve konaklama yerleri demektir. (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 891) Araplar, yıldızların yerlerini ve onların doğuş ve batış hallerini bilmeyi en üstün ilimler arasında sayarlar ve yıldızlar ile yollarını bulurlar, vakitleri, bolluk ve kuraklık zamanlarını onlarla tayin etmeye çılışırlardı. Onlara göre felekte oniki burç vardır.

İlk dönem tefsircilerinden el-Hasen ve Katâde’ye göre burçlardan kasıt yıldızlardır. Onlara bu ismin veriliş sebebi ise görünmeleri ve yüksekçe yerde bulunmaları, yükselmeleridir. Burçların, büyük yıldızlar demek olduğu da söylenmiştir. Bununla da gezegenler kastetmektedir. Başka bir görüşe göre ise buçlardan kasıt Allah'ın gökte yaratmış olduğu ve içinde koruyucu bekçilerin bulunduğu yüksek köşkler ve evlerdir. (Allahu a’lem) (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1727. )

Burûc/burçlar” olanca görkemiyle yıldızlar ve gezegenler olabileceği gibi, yıldız ve gezegenlerin içinde döndükleri yörünge de olabilir. Her iki durumda da bunlar ilâhi güce, yaratma ve düzenlemede ve sanattaki güzelliğe tanıklık etmektedir. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2132)

Burç aslında yüksek köşk demektir. Gökte özel bir şekilde toplanmış takım yıldızlarının toptan görünüşlerine de burç denilmiş. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/198)

İlk dönem tefsircileri burcu “yıldızlar” diye açıkladılar. (Mukatil b. Süleyman, Tefsir, 2/200. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 7/499) İbn Kesîr’e ve Şevkânî’ye göre burc, Güneş’in ve Ay’ın menzilleri (yörüngeleri) (İbni Kesir, Muh. Tefsir, 2/309. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 891), Begavî’ye göre “büyük yıldızlar”dır. Bununla Güneşin, Ayın ve gezegenlerin üzerinde yüzdüğü yörüngeler kasdedilir. Ki bunlar oniki tanedir. (Beğavî, H. b. Mes’ud. Meâlimu’t-Tenzîl, 3/45)

Astronomi biliminin ortaya koyduğu yeni veriler dikkate alınarak kelimeyi “yıldız kümeleri” veya “takım yıldızları” şeklinde karşılamak daha isabetli görünmektedir.

Gökte bu anlamda sayısız burç vardır. Âyet hem bunları gökte var edenin yüce kudretine, hem de her birinin göğün süsü oluşuna, dünyaya nisbetle yüksek makamlarına dikkat çekiyor. Bunu anlamak için burç kelimesinin anlamlarına bakmak gerekir. Burç denildiği zaman akla önce yüksek bir köşk gelir. İkinci olarak bu köşkün maddesindeki yıldızlar, üçüncü olarak yıldızın ışığı anlamı gelir. Öyle ki göğü tavan gibi yükselten Yüce Kudret, orasını ışık saçan, hem de göğün süsü olan burçlarla süsledi. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/198)

"Burçlar" (büruç) Allah'ın âyetlerindendir. Burç kelimesinin "etrafı surlarla örülmüş bir yer" anlamına geldiği hatırlanmalı. Astronomide teknik bir terim olan burç, güneşin göklerde yaptığı yolculuğun oniki geçiş konağını belirtir. Bundan dolayı bazı müfessirler bu âyette burcun astronomideki anlamıyla kullanıldığını düşünmüşler. Bazıları da bununla "gezegenler"in kastedildiği görüşündedirler. Ancak bu kelimeyi Hıcr 15/19. âyetin kapsamı ele alırsak, “küreler” anlamına geldiği sonucuna varırız. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 2/565)

"Onları ibret nazarıyla bakanlardsx için çeşitli güzellikler ile donattık (zeyyennâ)..."

Burada anlatılan göğün tezyin edilmesi (süslenmesi) harikalar yaratan ilâhi gücün meydana getirdiği evrendeki bir tablodur. Bu tablo meleklerin yeryüzüne inmesinden daha etkili bir mucize, daha büyük bir tanıktır. Bu aynı zamanda bu mucizeyi ve güzelliği yaratanın gücüne dikkat çekmedir. Kâinatın yaratılmasında sadece büyüklük değil, “güzellik-tezyinât” de hedef alınmıştır desek yanlış olmaz. İnsan bilinçli bir bakışla evrenin oluşumunda bu güzelliğin ne denli köklü olduğunu kavramak için yeterlidir. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2133)

Göğü donatmanın (süslemenin) yanında, onu koruma ve arındırma da söz konusu:

"Göğü bütün kovulmuş şeytanlardan koruduk."

Oraya yaklaşamaz, kirletemez. Onun faaliyet alanı sadece yeryüzüdür. Göğe yükselmek için girişimlerde bulunabilir. Ama her girişimi geri çevrilir.

"Ancak kulak hırsızlığına yeltenen bir şeytan olursa onu parlak ışıklı bir kayan yıldız kovalar." Ancak şeytan nedir? Kulak hırsızlığına nasıl teşebbüs eder yeltenir? Bütün bunlar Allah'a özgü gaybın kapsamındadırlar. Biz bu âyetlerin bildirdiklerinden başkasını öğrenme imkânına sahip değiliz. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2133)

Âyette Allah (cc) diyor ki: "Biz burçları bakanlar için süsledik.” “Bu kürelerden her birine parlak bir yıldız veya gezegen yerleştirdik ve onların güzel görünmelerini sağladık.” Başka bir deyişle: “Biz sınırsız olan evreni, sönük, düzensiz ve korkunç yapmadık, bilakis herkes onda hayret verici bir düzen ve ahenk bulur. Ondaki görüntüler o denli çarpıcıdır ki hepsi gönülleri ve zihinleri büyüler. Evrenin bu mükemmel yapısı, onun yaratıcısının sadece büyük ve hikmet sahibi olduğunun değil, aynı zamanda büyük bir sanatkar olduğunun da göstergesi ve delilidir.” Kur'an'da yaratıcının bu özelliği Secde 32/7'de belirtilmektedir: “(O Allah ki) yarattığı herşeyi güzel yapandır.” (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 2/565)


?

Fussilet Sûresinde göğün kandillerle süslendiği, tezyîn edildiği bir kez daha söyleniyor. Burada göğün nasıl yaratıldığına ve görevine de işaret ediliyor.

Fussilet 41/9. âyetten itibaren yeri belli evrelerde yaratan, yerde sağlam dağları var eden, sonra rızık ve bereket ikram eden Yüce Yaratıcının inkâr edilmesinin mümkün olmadığı vurgulanıyor. Halbuki gök ve yer isteyerek O Yaratıcıya teslim oldular. Bu da insan için bir ibrettir. (Fussilet 41/9-11)

Arkasından da;

Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle (yani yıldızlarla) süsledik (zeyyennâ) ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir” (Fussilet 41/12) buyuruluyor.

Âyetin mesajı başta üçüncü tekil şahıs, sonunda da birinci şahsın diliyle veriliyor.

Yani Kur’an Allah’ın bu kudretini üçüncü şahsın anlatımıyla haber veriyor.

Allah göğü iki günde yarattı. Buradaki dört günden, iki günden maksadın ne olduğu bilme imkanımız yok. Belki iki devre, aşama olarak anlamak mümkün ise boyutlarını yine de bilemeyiz.

Bu diğer bazı âyetlerde geçen seb’a semâvât (yedi gök) tabiri Kur’an’ın nâzil olduğu dönemdeki insanların evren tasavvuruyla parelellik arzetmekle birlikte kozmik sistemlerin çokluğuna işaret eder. Yedi ve katlarının Arap dilinde çokluktan kinâye olarak kullanıldığı dikkate alındığında “yedi gök” tabirirnin gök tabakalarının çokluğuna ve aynı zamanda uçsuz-bucaksız oluşuna delâlet ettiği de söylenebilir.” (Öztürk, M. Kur’an-Kerim Meali, s: 650. Ayrıca bkz: Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/973)

Yedi gök”, bilinen ve bilinmeyen birbirinden farklı tüm kozmik sistemleri kapsayan bir ifadedir. Yedi rakamı çeşitlilik ve çok katmanlılıktan kinâyedir. “Yedi kat gökler ve yer” ibaresi “bütün kâinat” mânasına gelir.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/944)

Seb‘a (yedi) rakamı kinâye olarak “birden fazla” ya da “farklı, çeşitli” manasına alınabilir. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/489)

Âyetteki “her göğe işlevini bildirdi” cümlesi, kozmik sistemlerin Allah’ın iradesiyle ve yaratmasıyla kurulup işlediğine işaret eder.

Biz en yakın göğü kandillerle süsledik (zeyyennâ)...” cümlesi, göğün çıplak gözle izlenebilen yıldızlarla bezeli, süslü, müzeyyen görüntüsünün tasviridir.

Çünkü göklerin dünyaya en yakın olan katmanıdır. En yakın göğü yıldızlarla tezyîn eden Allah, aynı zamanda onu ateştopu ile kovalanan şeytanlardan korudu. Göğün kapılarını dinlemesinler diye. (Mukâtil b. Süleymen, Tefsir, 3/162)

Dünya semâsı” sözü ile bize en yakın olan ve samanyolu olarak bilinen,

boyutları yüz milyar ışık yılını bulan galaksi kastedilmiş olabilir. Belki de onun dışında gök kelimesinin kapsamına giren; içinde aydınlatıcı yıldızlar ve gezegenler bulunan ve bizim için lamba işlevini gören başka bir şey kastedilmiştir. (Kutub, Seyyid. fi-Zilâli’i-Kur’an, 5/3115)

Âyetin son kısmı kozmik varlıktaki oluş ve düzenin (kevn ve fesadın) bir tesadüf sonucu olmadığını; ama her şeye gücü yeten, her şeyi bilen bir yaratıcının takdiriyle, ölçülü ve amaçlı yaratmasıyla gerçekleşebileceğini anlatıyor. Göğün korunması Allah’ın manevi alemde herhengi bir şeytanî güce karşı meleklere verdiği bilgileri ve özellikle vahyi koruması olarak yorumlanmış. (ayrıca bkz: Saffat 37/7) Bu ifade Allah’ın evrende kurduğu kozmik düzeni koruyup devam ettirmesi olarak da anlaşılabilir.” (Heyet, Kur’an Yolu DİB, 4/600)

 

 

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.