Hüseyin Kerim Ece

 

Kur'an'da süsleme tezyin fiili 11.10.2018


-Kur’an’da ziynetin fiil halinde (zeyyene) kullanılması

Ze-ye-ne/zeyn” fiilinin tef’ıl kalıbı “zeyyene (tef’ıl) gelir. Bunun masdarı ise tezyîndir. Bu da süslemek, bezemek, donatmak demektir.

Kur’an bu kalıbı bazen Allah’a nisbetle, bazen şeytana nisbetle, bazen de öznenin adını belirtmeden kullanıyor.

Zeyyene” fiili maddi ve somut süsleri, görünen güzelliği, nefsin hoşuna giden görüntüyü anlattığı gibi; manevi süsü, insana huzur veren iç güzelliği, ya da kişinin hoşnut olacağı durumları da anlatıyor. Mesela iman kalbin ziynetidir gibi. (Hucurât 49/7)

Aynı kalıptan gelen “müzeyyin”; tezyin eden, berber, dekoratör,

müzeyyen” ise, süslenmiş, bezenmiş, tezyîn edilmiş demektir.


1-Allah’a nisbetle zeyyene fiili

Kur’an “tezyîn etme fiili” üç genel manada kullanıyor: Birincisi; göğün yıldızlarla donatıldığını, bunun göğün süsü haline getirildiğini anlatırken, ikincisi; imanın yürek için süsü olduğunu anlatırken, üçüncüsü; insanın kötü işlerinin kendisine süslü gösterilmesini anlatırken.

Allah (cc) beş âyette dünya göğünü kandillerle veya yıldızlarla donattığını, ya da gökte burçlar yarattığını ve bunları bakanlar için tezyîn ettiğini (süslediğini), “zeyyennâ” fiili ile haber veriyor. Bunların hepsi Mekkî sûrelerde yer almaktadır. (Nüzûl sırasıyla bkz: Kâf 50/6. Mülk 67/5. Saffât 37/6. Hıcr 15/16. Fussilet 41/12)

Vahiy Mekke döneminde daha çok iman konularında hükümler, âyetler getirmiştir. Bunun ana hedefi Tevhid inancını yerleştirmektir. Kur’an bunun için Mekkî sûrelerde Allah’ın gücüne, yüceliğine, yoktan yaratmasına, ölüleri diriltmesine, insana verilen nimetlere, evrenin ve yaratılmışların mühteşemliğine dair pek çok âyet (delil) yer alır.

Göğün yükseltilmesi, yedi kat olarak bina edilmesi, tavansız yapılması, insanın görebildiği en yakın göğün harika bir şekilde süslenmesi (tezyin) edilmesi de bu âyetlerden (delillerden) bir kaçıdır. Kur’an’ın derdi insanların kafaların ve hayatlarında ilah (tanrı) tasavvurunu düzeltmektir. Zira kimi şaşkınlar tersini iddia etseler de O’ndan başka ilah yoktur. Bunu sağlamak için de Kur’an, insanın nefsinden, yeryüzünden, göklerden ve hem bunların yaratılmasından, hem de bunlarda meydana gelen sayısız olaylardan örnekler getiriyor.

Kaf Sûresinin ilk beş âyetinde Mekkeli inkârcıların tutumlarının akıl dışı olduğu açıklandıktan sonra, Hz. Muhammed'in (s.a) âhiret hakkında verdiği bilgilerin doğruluğuna ait deliller ve isbatlar ortaya serilmektedir.

Onların akıl erdiremeyip hayret ettikleri iki konu vardı. İlki; Hz. Peygamber'in hak peygamber olup olmadığı idi. İkincisi; Kur’an’ın Allah sözü olup olmadığı. Halbuki Kur’an onun peygamberliğini apaçık isbat eder. Kaldı ki o gökten inmiş bir kimse de değil, kendi aralarında yaşayan, bildikleri ve “el-emin” dedikleri biriydi. Onlar bunlara bakıp onun güvenilir olup olmadığını, Kur’an’ın onun kendi sözü olmadığını anlayabilirlerdi. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 5/472)

Takibeden âyet Allah’ın ilmi, kudreti ve yaratması konusunda kafirlerin ve müşriklerin şüphelerini bertaraf etmeye yöneliktir. Bundan önceki ayetlerde bu gibi kimselerin hz. Muhammed’in peygamberliği, öldükten sonra yeniden dirilme hakkında şüpheye düştüklerini, kendilerine uyarıcı olarak gelen Kur’an’ı yalanladıklarını, bu konuda da kararsızlık içinde olduklarını söyledikten sonra;

O kafirler/müşrikler üstlerindeki gökyüzüne bakıp hiç düşünmezler mi? İbret nazarıyla bakıp da Bizim onu nasıl kusursuz şekilde meydana getirip (yıldızlarla) süslediğimizi (tezyin ettiğimizi) görmezler mi?” (Kâf 50/6) buyuruluyor.

Arkasından da bu gibi adamların Allah’ın yeryüzünü canlılar için yayıp döşediğiniş, orada sarsılmaz dağlar var ettiğini, yine orada her türlü güzel bitkileri yarattığını düşünmezler mi diye soruyor. (Kâf 50/7-8)

Allah (cc), “öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler göğe hiç bakmazlar mı? Şüphesiz ki bizim gücümüz onları yeniden diriltmeye etmeye yeter. Bununla beraber Biz o göğü tesviye ettiğimiz gibi, her türlü zarar ve tehlikeden de koruduk. Üstelik onu yıldızlarla süsledik (tezyîn ettik)” diye soruyor. (Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyân, 11/409)

Göğü böyle mükemmel yaratıp onu yıldızlarla, ışık kümeleriyle, kehkeşanlarla süslemek Allah’ın sonsuz kudret ve yaratmadaki himetini gösterir. Bu muazzam evrende bir çatlak, bozukluk ve rasgelilik yoktur. Hepsi bir hesap iledir. (Rahman 55/5)

Allah’ın varlıkları tezyîn etmesi; bazen onları müzeyyen, süslü, bezenmşiş bir şekilde ibda buyurmasıyla, hiç bir şeyi örnek almadan, taklit etmeden vücuda getirmesiyle ve yine bu şekilde icad etmesiyle, yaratmasıyla olur. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 319)

Dünya göğü” denilen üzerimizde yüksek bir bina gibi duran semanın biri aklî, biri hissî olmak üzere iki yönü vardır. Öncelikle göğün gözlere yansıması onun hissî yönüdür. Âyet ikinci olarak bu örneğin aklı kullanmak için bir örnek olduğunu söylüyor. Bu olağanüstü resme dikkatle, ibret gözüyle bakıldığı zaman onun Yapanın kudreti gözlerde ve gönüllerde kendini gösterir.

Âyet, vurgulu bir şekilde tekrar söylüyor; Allah’ın varlığından ve Yüce Kudretinden şüphede olanlar, “siz, hiç göğe bakmaz mısınız? O gök nasıl bina edilmiş? Hiç bir kusuru, yarığı, çatlağı, düzensizliği yok, görmüyor musunuz?” (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), )

Burada "sema (gök)”den maksat: Gece gündüz insanın üzerini kapladığı bütün derin kâinattır. O kâinatta gündüz güneş parlar, gece ay ve sayısız, hesapsız yıldızlar gözümüzü aydınlatır. Bunları insanoğlu çıplak gözle görünce hayrete düşer ama dürbünle bakarsa, nerden başlayıp nerde bittiği görülmeyen sınırsız geniş ve kocaman bir evren göz önüne serilir. Bizim dünyamızdan yüzbinlerce defa daha büyük gezegenler bu evren içinde bir top küre gibi yüzer dururlar. Güneş sistemi bu evrenin sadece küçük bir parçasıdır.

Bugün ulaşılan bilgilere göre Güneş sistemi gibi pek çok sistem/galaksi var. Allah'ın yarattığı bu muhteşem varlık âlemi konusunda küçücük, naciz insanın; "Öldükten sonra tekrar nasıl diriliriz" demesi onun aklının kısalığındandır. Bu muazzam evreni yaratan Kudret bu kadar basit bir şeyi yaratmaktan aciz midir? (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 5/472-473)

Gerçekten gökyüzü Hakkı haykıran kâinat kitabının bir sayfasıdır. Ondaki yükseklik, düzen, güzellik, müzeyyen oluş, estetik, kusursuzluk hayret vericidir. Göklerin bu değişmezlik ve mükemmellik niteliği ile Allah’ tarafından gösderilen haktaki (vahiy) mükemmellik ve güzellik tam bir uyum halindedir. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3359)


Mülk Sûresi 3-4. âyetlerde evrenin eksiksiz-kusursuz yaratılışına, mükemmel işleyişine ve düzenine dikkat çekilmekte, böylece bu muhteşem varlık düzeninin bir tesadüfle meydana gelmiş olamayacağı ve devam edemeyeceği; bunun ancak üstün bir ilim, irade ve kudret sahibinin yaratması ve yönetmesiyle mümkün olduğu belirtilmektedir.” (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 5/343)

Allah (cc) öklerin kusursuz ve mükemmel yaratılışı söz konusu ettikten sonra şöyle buyuruyor:

O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?

Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.

Andolsun ki Biz, (dünyaya) en yakın göğü kandillerle (mesâbih ile) donattık (tezyîn ettik). Bunları şeytanlara atılacak şeyler olarak yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.

Zira Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü varılacak yerdir orası!” (Mülk 67/3-6)

Allah (cc) gökleri öncelikle en güzel yaratılış ile yaratmakla, en güzel biçimi vermekle tezyîn etti. Âyet söze, bu yaratmadaki mükemmelliğini vurgu yapmak üzere yeminle başladı. Burada yıldızlar “mesâbih-kandil/lamba” olarak isimlendirildi. Onlar bize çok uzak olmasına rağmen sanki dünya göğünde görünürler. Zira dünya göğünün katmanları daha ötede olup ışık yayan yıldızlara engel olmazlar. (Şevkânî, A. b. Muhammed. Fethu’l-Kadir, s: 1769)

Buradaki “dünya” yakın anlamındadır. Zira insanlara göklerden en yakın olan kısım orasıdır. Mesâbih lamba, ışık veren kandil demektir. Burada yıldızlara ad oldu. İnsanlar mescitleri veya evlerini ışık saçan kandillerle/lambalarla süslerler. Şöyle bir deyim vardır: “Altında toplandığınız evin tavanını tezyîn ettik, yani ışıklandırdık.”

Âyette deniyor ki “en yakın göğü sizin yanyana dizdiğiniz lambalardan farklı bir şekilde kandillerle donattık. Bununla başka faydaları da var ettik. Onları şeytanlara yani sizin düşmanlarınıza karşı rucûm yaptık. Bu düşmanlar sizi nurdan karanlığa çıkarırlar, karada ve denizde zulumâta (karanlığa) iletirler. (Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 4/565)

"Mesâbih" kelimesi belirsiz (nekre) gelmiş. Bunun nedeni (kelimenin belirsiz kullanılması) lambaların/kandillerin ihtişamının vurgulanmasıdır. Yani bu kainat karanlık ve ıssız yaratılmamış, geceleri parlayarak insanı hayretler içinde bırakan yıldız ve gezegenlerle süslenmiştir. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 6/417)

Rucûm, recm’in çoğuludur. Kendisi ile atış yapılan şeye ad olarak kullanılan bir mastardır. Buna göre anlamı “şeytanların kovulmasını sağlayan şey” olur. (Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 4/565)

es-Semâu’d-dünyâ-dünya göğü” ile acaba ne kastediliyor? Belki de bununla üzerinde yaşayan insanların bu Kuran'a muhatap olduğu yeryüzüne en yakın gök kastediliyor. Belki de burada göğü süsleyen kandiller gözle görülen yıldızlar ve gezegenlerdir. Göğe baktığımız zaman bunları görebiliriz. Bu da, muhatapların göklere bakmalarına ilişkin direktifle (Kâf 50/6) uyuşmaktadır. Çünkü o zaman bu Kuran'la muhatap olanlar göğü süsleyen parlak cisimleri gören gözlerden başka gözlem araçlarına sahip değildiler. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3633)

es-Semâu’d-dünyâ” ile kâinat da kastedilmiş olabilir, “ay altı âlem” de denilen atmosfer içi gök de. Bu takdirde, “kandiller”, yıldızların orada olmasına değil, ışıklarının orada görülmesine hamlolunur.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1150)

Yakın sema”dan maksat, arzdan bakıldığında gözlenen gök yüzüdür. Burada gökyüzünün, özellikle ay ışığının olmadığı berrak gecelerde çıplak gözle izlenen, yıldızlarla donatılmış muhteşem güzelliği hatırlatılarak bunu yaratan gücün mükemmellik ve eşsizliğine dikkat çekilmektedir. Gökyüzünün bu estetik manzarası başka âyetlerde de “Biz, yakın semâyı kandillerle/yıldızlarla donattık” şeklinde tasvir edilmektedir. (bkz: Fussılet 41/12 Hıcr 15/16-18. Saffât 37/5-9) (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 4/462)

Âyette geçen “mesâbih” burada yıldızlar demektir. Çünkü Saffât 37/6da gök yüzünün yıldızlarla donatıldığı açık bir şekilde söyleniyor. Diğer âyetlerde olduğu gibi burada da yıldızlarla donatılmış gibi bir görüntü verdiği için gökyüzünün kandillerle süslenmesinden söz edilmiştir. Yıldızlar geceleyin kandil gibi ışık saçtıklarından onlara mecâzi olarak “kandiller” (mesâbîh, tekili: misbâh) denilmiştir.

İlk dönem tefsircilerinden Katâde bu âyetin açıklamasında diyor ki: "Allah (cc) bu yıldızları üç amaç için yaratmıştır. Birincisi; göklerin süsü olmaları için, ikincisi; şeytanları taşlamak için, üçüncüsi; kendileriyle yol bulmak için yaratmıştır. Kim bunlar hakkında bundan başka bir yoruma gidecek olursa o sadece kendi şahsi görüşünü ileri sürmüş olur. Bu bakımdan başarısızlığa uğrar ve bilmediği bir şey hakkında kendisini zorlamış olur. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/166. (Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 4/565. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3116)

Bu âyetteki “ve cealnâha rücûmen li’ş-şeyâtîn” ifadesi “Biz yıldızları şeytan tabiatlı insanlar (kâhinler, müneccimler) için aslı-esası olmayan tahminlerde bulunma konusu yaptık” şeklinde de çevrilebilir.

Çünkü İslâm öncesi dönemde Araplar kâhinlerin özel cinleri bulunduğuna ve onların göklerden haber çaldıklarına inanırlardı.” (Öztürk, M. Kur’an-ı Kerim Meali, s: 774)

Türkçe meallerde atış taneleri, ateş yeri, taşlama araçları, taşlama, mermi, şeytanlara atılan taşlar, taşlama vesilesi” gibi karşılık verilen âyetteki “rücûm” kelimesi aynı zamanda tahminde bulunma, dolaysıyla müneccimlerin yıldızlara bakarak aslı-esası olmayan şeyler konuşmasına da işaret eder.

Zemahşerî Muhammed b. Ka’b’dan naklen şu bilgiyi de ekliyor: “Vallahi, yeryüzünde hiç kimsenin gökte bir yıldızı yoktur. Ancak bazıları kâhinlerin kehânetlerine ve onların yıldızları delil olarak kullanmalarına uyarlar.” (Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 4/565. Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3116),

ya da “sağlam bir bilgiye dayanmadan konuşmak, kafadan atmak” mânasına da gelir. (Şevkânî, A. b. Muhammed. Fethu’l-Kadir, s: 1769)

Dolaysıyla âyete “insan ve cin şeytanlarının yıldızlara bakarak aslı faslı olmayan şeyler söylemeleri” mânası da verilebilir. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 5/343)

Rucûm, tıpkı mahluk mânasına kullanılan halk gibi, mef’ul mânasına mastardır. Gaybî konulara dair spekülasyon, tahmin, zan ifade eder. Kur’an her tür gaybdan haber verme teşebbüsünü şeytanlık olarak mahkûm etmiştir.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1150)

Burada rucûm kelimesi ile –özellikle günümüzde- “medyumlar, astrologlar, falcılar veya Peygamberler dışında gökten kendilerine bilgi geldiğini iddiâ eden sahtekâr, şeytan rûhlu kimseler” kasdedilmiş olabilir. “Şeytanlara atmak”, onları yerin sınırlarından yukarı çıkarmamak, göğü şerlerinden korumak için mermiler demektir ki, en meşhur mânâ da budur. Hicr 16-17. ayetlerde: “Yemin olsun, (bir de) Biz, gökte burçlar yarattık ve o (göğü) seyredenler için süsledik. Ve onu bütün lânetlenmiş şeytanlardan koruduk.” buyurulmaktadır.

Buna rağmen o şeytanlar, şeytanlaşmış kimseler, sistemler bazılarını, Allah tarafından gönderilmiş bir ilham imiş gibi uydurma şeylerle aldatırlar. Böylece peygamberlerle ve meleklerle rekabete kalkışırlar. Ama Allah onları o yüksekliğe yaklaştırmaz, alev topları ile onları defeder.” (M. Türk meali âyet notu)

Buna göre âyete şu şekilde meal vermek mümkündür: “Biz, yeryüzüne en yakın olan gökleri ışıklarla süsledik ve onları şeytan(lığa soyunan)lar için boş ve anlamsız spekülasyonlarına konu yaptık: ve onlar için yakıcı alevden bir azap hazırladık.”

Yıldızlarla şeytanların taşlanmasından maksat ise göklerdeki meleklerin konuşmalarını dinleyip onlardan bilgi sızdırmak için kulak hırsızlığı yapmak isteyen şeytanların bu yıldızlardan çıkan parlak ışıklarla, bir tür ateş toplarıyla engellenmesidir. Nitekim bir âyette şöyle deniyor: “... hızlıca hırsızlayıp bir şey kapan olursa hemen arkasından parlak, delici bir alev ona yetişir" deniyor. (Saffât 37/10)

Bu ve benzeri âyetlerle ilgili olarak klasik tefsirlerde ayrıntılı yorumlar bulunmakla birlikte müteşâbih olan bu tür âyetlerin anlamları hakkında zamana, şartlara, bilimsel verilere göre farklı görüşler ileri sürmek mümkündür. Ayrıca gayb konularına giren âyetlerin yorumunda iddialı olmamak gerekir. Çünkü gayb âleminin mahiyetini Allah’tan başka kimse bilemez; biz gayb bilgilerine sadece inanırız.” (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 5/343)

Andolsun ki Biz, (dünyaya) en yakın göğü kandillerle (mesâbih ile) donattık (tezyîn ettik)…”

Gökyüzündeki yıldızların meydana getirdikleri sahne kalpleri celbeden bir güzelliktir. Sürekli yenilenen ve zaman geçtikçe görüntüsü değişen bir güzellik. Bu güzellik gün doğumunda başka güzeldir, gün batımın da başka güzeldir. Bu güzellik mehtaplı geceden, karanlık geceye, açık gökyüzünden, sisli bulutlu gökyüzüne göre farklıdır. Daha doğrusu bu güzellik saatine göre, gözlem yerine göre, bakış açısına göre değişir. Ama her an güzeldir, her an çekicidir, her an göz alıcıdır.

Bir gece yavaş yavaş büyüyen, sessizce gelişen; Bir gece parlayan ve aydınlatan. Bir gece küçülmeye başlayan. Bir gece hayata yeniden atılmış gibi doğan şu Ay... Göz alabildiğine uzanan, boyutları insanın görme duyusunun sınırlarını aşan, uçsuz bucaksız şu uzay boşluğu...

Evet gökyüzü her yönüyle, her şeyiyle güzeldir. Bu güzelliği anlatacak ifadeler bulmak zordur.

Kur'an insanın dikkatini göklerin bu çekici güzelliğine, evrenin göz kamaştırıcı ve muhteşem yapısına/binasına çekiyor. (Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3633)

(Devamı var)

 

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.