Hüseyin Kerim Ece

 

Kur'an'da süsleme tezyin fiili 8 29.04.2019


2-Şeytana nisbetle zeyyene fiili 4


?

Kur’an Mekke’den gururla, hışımla, kinle, İslâmî daveti boğmak üzere yola çıkan azgın, zalim müşriklerin durumunu ve şeytan tarafından aldatıldıklarını anlatmadan önce müslümanları onlar gibi olmaktan nehyediyor.

Ve Allah'la O'nun Elçisi'ne duyarlık ve bağlılık gösterin; ve sakın birbirinizle çekişmeye girmeyin, yoksa yılgınlığa düşersiniz; cesaretiniz sönüverir.  Ve zor durumlarda sabır gösterin: çünkü Allah, gerçekten, zorluğa göğüs gerenlerle beraberdir.

İnsanların gözlerini kamaştıran bir gösteriş içinde ve kurum satarak yurtlarından çıkıp gelen (o inanmayan) kimseler gibi olmayın: Çünkü onlar başkalarını Allahın yolundan çevirmeye çabalıyorlardı. Oysa Allah onların edip eylediği her şeyi (sınırsız kudretiyle) kuşatmış bulunuyordu.” (Enfal 8/46-47)

Müslümanlar için her şeyde olduğu gibi, Allah yolunda çalışmanın da, hatta savaşmanın da ahlâkî ve hukukî sınıları vardır. Müslüman neyi niçin yaptığının, ilâhî ölçülere uyup uymadığının farkında olmalıdır.

İman eden bir kimse, hiç bir konuda zalimleri, sadece dünyalıklar için çalışanları, maddi zafer peşinde koşanları taklit edemez. Mü’min, hiç bir şekilde hak-bâtıl, adalet-haksızlık ayrımı yapmayanlar gibi olamaz. Onları inandıkları dinin ölçüleri bağlar, imanın çizdiği sınırlara riayet ederler.

Beğavî tefsirinde bu âyetle ilgili şöyle diyor: Bu âyetler müşrikler Bedir’e yöneldikleri sırada nâzil oldu. Onlara çalım satıyor, kibirleniyorlardı. Peygamber (sav) şöyle dua etmişti: “Allahım! İşte Kureyş, çalım, kibir ve Sana meydan okuma ve Rasûlünü yalanlayarak yola çıktı. Allahım! Bana vadettiğin yardımı istiyorum.” (Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, 2/254)

Âyet o günün müslümanlarına (sahabelere) ve onların şahsında bütün müslümanlara şöyle diyor:

O mağrur, o kibirli adamlar gibi olmayın. Ki onlar kendi beldelerinden çalım satarak, kibirli ve gururlu bir şekilde halka gösteriş yaparak çıktılar. İslâmî davetle savaşmak üzere, onu ortadan kaldırmak üzere yola koyuldular. Zaten böyleleri ellerinden geldiği kadar insanları Allah yolundan alıkoymaya, onların hidâyet bulmalarına, Kâbe’yi ziyaret etmelerine engel olmaya çalışıyorlardı. Hatta böyleleri insanları Allah yolundan saptırmak için mallarını harcarlardı. (Enfal 8/36. Lukman 31/6)

Ancak böyleleri Allah’ın her şeyi bildiğini, gücünün her şeye yettiğini, onları çepeçevre kuşattığını unuturlar. Allah (cc) her şeyin ve herkesin üzerinde er-Rakîb’tir. (Nisâ 4/1. Ahzab 34/52) Yani O, her şeyi görüp gözetendir. Bütün ameller (işler) O’na ulaşır ve sonunda kesin hükmü O verir. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 4/238)

İşte bu gafil kibirliler gibi olmayın. Haddinizi, yani insan olarak gücünüzü, kapasitenizi, yeryüzündeki işlevinizi ve sonunda varacağınız yeri bilin.”

Bundan sonra şu âyet takip ediyor:

Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemiş (zeyyene) ve, “Bu gün artık insanlardan size galip gelecek (kimse) yok, mutlaka ben de size yardımcıyım” demişti. Fakat iki taraf (savaş alanında) yüz yüze gelince (şeytan), gerisin geriye dönüp, “Ben sizden uzağım (beriyim). Çünkü ben sizin görmediğinizi görüyorum. Ben Allah’tan korkarım. Allah, cezası çetin olandır” demişti.” (Enfal 8/48)

Ey Peygamber! Mü’minlere hatırlat ki, şeytan vesvese vererek müşriklere amellerini süslü göstermiş ve akıllarına şunu yerleştirmişti: Bugün ne Muhammed’in zayıf adamları, ne de başka Arap kabilelerinden hiç kimse size galip gelemeyecektir. Zira siz ordu yönünden en güçlü, asker yönünden çok kalabalıksınız. (Abduh, M.-Rıza, R. el-Menar (çev.), 11/231)

Şeytan müşriklerin yaptıklarını onlara süslü gösterdi ve onlara müslümanlara karşı savaşlarında cesaret verdi, bu veseveselerle gaza getirdi.

Muhammed b. Ka’b el-Kurazî, “Kureyşliler Mekke’den Bedir’e doğru deflerle ve şarkıcı cariyelerle yola çıktılar. Bunun üzerine bu âyet indi” dedi. (Suyûtî, Celaleddin. Esbâbu’n-Nüzûl (çev.), s: 266. el-Kadı, Abdullah. Esbâbu’n-Nüzûl (çev.), s: 198)

Âyet Mekkeli müşriklerin kibirlerini ve hayallerini “şeytanın onlara yaptıklarını tezyin etmesi (süslemesi)” şeklinde haber veriyor. Şeytan onlara ve yandaşlarına vesvese vermiş, yaptıklarını, üzerinde oldukları yolu süslü, sahabeleri ve Peygamber’i zayıf göstermiş, “size mutlaka yardım edeceğim” diye fısıldamıştı.

Onlar şeytanın dürtüklediği bu psikoloji içinde kendinlerini güçlü ve üstün zannettiler, müslümanları küçümsediler. Kibir ve gurur gözlerini bürümüş, Peygamberin davetine olan düşmanlıkları onları kan dökmeye sürüklemişti.

Kaynakların bildirdiğine göre Mekkeli müşrikler öteden beri İslâmî davetten rahatsız olmuşlardı. Hicretten önce Mekke’de hem Peygamber’e, hem de ona tabi onlanlara engel olmaya çalıştılar. Her türlü baskı, yıldırma, işkence, hatta muhasara yollarını denedikleri halde bunu başamadılar. Hz. Muhammed’in ve sahabelerin hicretlerine de mani olamadılar.

Medine’ye yerleşen İslâmî davet gittikçe güçlendi, müslümanların sayısı arttı, maddi ve stratejik durumları kuvvetlendi. Üstelik kazancı ile Medine’ye saldırmak için ordu hazırlamaya hazırlanan Ebu Süfyanın kervanı da tehlikeye düşmüştü.

Mekkeli müşrikler, hicret ettikleri için ellerinden kaçırdıkları Hz. Peygamber’i ve müslümanları yakalamak için fırsat arıyorlardı. Ebu Süfyan’ın başkanlığındaki kervanın Medineliler tarafından basılacağı haberi onlara aradıkları fırsatı verdi. Bu tehlikeyi haber alan Ebu Süfyan müslümanların kervana saldıracaklarını onlara haber vermişti. Bunun üzerine müşrikler kısa sürede o günün şartlarında güçlü sayılabilecek bir ordu hazırladılar. Medine’ye doğru hareket ettiler.

Mekke’den kibirli ve çalımlı bir şekilde çıktılar. Çoğu atlı, güçlü silahlarla donanmış, süslü elbiseler içinde, bol malzeme ile, tabii şaraplarıyla yola koyuldular. Hem nefisleri ve dostları, hem şeytan onlara güçlü olduklarını fısıldıyor, “bugün sizi yenecek güç yoktur” diyordu.

Onların bu hareketi mallarını koruma veya meşru müdafaa hakkına dayanmıyordu. Zira müslümanlar Mekke’nin düzenini bozacak ne bir cinayet işlediler, ne gasp yaptılar ne de tecavüz suçu işlediler. Onların tek suçu, Mekke resilerinin bâtıl inançlarını, onlardan izinsiz terkedip Hak dine dönmeleri idi. Rabbimiz Allah” dedikleri için, bâtıl din sayesinde çıkar sağlayanları rahatsız etti. Hicretten önce denedikleri onca metoda rağmen İslâmî daveti önleyemeyen müşrikler, şimdi silahla bu işi halletmeye kararlı idiler. (Heyet, Kur’an Yolu, 1/549)

Cuhfe’ye geldikleri zaman Ebu Süfyan’ın yol değiştirerek kervanı kurtardığı haberini almışlardı. Geri dönme isteklerine karşı Mekke’nin reisi Ebu Cehil büyük bir şımarıklılıkla, kibir ve gururla zaferden o kadar emindi ki şöyle diyordu: “Bedir’e varıp şarap içmeden, cariyelerin şarkılarını dinlemeden, Mıhammed’in hezimete uğradığını çevredeki araplara keseceğimiz develerle ziyafet vererek haber vermeden dönmeyeceğiz.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 6/262)

Ancak ne zaman ki müslümanlarla müşriklerle karşı karşıya geldiler şeytan bazı şeyleri anladı. Arkasından sanki onların yüzlerine karşı; “... Ben sizden uzağım (beriyim), sizinle hiç bir ilişiğim yoktur, başınıza geleceklere karışmam, ben sizin göremediğiniz şeyleri görüyorum, ben Allah'tan korkuyorum” dedi.

Böylece şeytan onların başına geleceklerden korktu ve onlardan uzaklaştı, onları yüzüstü bıraktı.

Mekkeli müşrikler o sıralarda Kinâne kabilesi ile savaş halindeydiler. Kervanı kurtarmak üzere yola çıktıklarında onların arkadan saldırmayacaklarından emin değillerdi. Yolda bu kabilenin ileri gelenlerinden Sürâka b. Mâlik ve adamları ile karşılaştılar. Sürâka onlara; “Bugün sizi yenecek bir güç yoktur, Kinâne adına da ben size teminat veriyor ve yanınızda yer alıyorum” demiş. Bunun üzerine cesaretleri artan müşrikler Bedir’e doğru sefere devam ettiler.

Rivâyetlere göre Bedir’de iki taraf birbirini görünce Sürâka, gördüklerinden dolayı korktu, verdiği sözden pişman oldu. Sonra da adamlarını toplayıp oradan uzaklaştı. (İbni Hişam, Siyret 2/663. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/111. Kurtûbî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1386)

Taberî’ye göre şeytan; bunu müşriklerin görmediği ve farkında olmadıkları müslümanlara yardım için inen melekleri gördüğü için söyledi.

İbni Abbas’ın dediğine göre şeytan müşriklerin arasına elinde sancak bulunduğu halde Müdlic oğullarından şair, Sürâka b. Mâlik'in suretinde çıkıp geldi ve müşriklere dedi ki: "Bugün insanlardan sizi yenecek hiçbir kimse yoktur. Ben de mutlaka sizin yanınızdayım." Durumu görünce de gerisin geri dönüp kaçtı. (Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, 2/254)

İlk dönem tefsircilerinden Ferrâ şeytan o gün Sürâka b. Mâlik sûretinde göründü dedikten sonra şunu ekliyor: “Melekler kendisine âyan olunca onları tanıdı ve gerisin geri döndü. Hars b. Hişam ona; “Ey Sürâka, savaşmadan geri mi dönüyorsun” deyinde, “ben sizin görmediklerinizi görüyorum” demiş.” (Ferrâ, İbni Ziyad. Meâni’l-Kur’an, 1/413)

Yine ilk dönem tefsicilerinden Dahhak demiş ki: Bedir Günü İblis müşriklere sancağı ve askerleriyle geldi. Kalplerine asla yenilmeyecekleri ve atalarının dini üzere savaştıklarını onlara telkin etti. (Kurtûbî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1387)

Mukâtil b. Süleyman da aynı rivâyeti naklediyor. O gün şeytan onların yanına Müdlic Oğullarından Sürâka’nın sûretinde geldi onları teşvik etti ve “yürüyün siz güçlüsünüz, düşmanlarınız ise zayıf, ben de adamlarımla sizinleyim. At silah ve adamla size destek olacağım” dedi. Müşrikler de onu dinlediler ve Mekke’ye dönmekten vazgeçip, Allah’ın murad ettiği helâki tadmak üzere Bedir’e yöneldiler. Bedir’e vardıklarında Allah (cc) melekleri başlarında Cebrail olmak üzere mü’minlere yardım için indirdi. Sürâka sûretinde iblis bunu gördü. Geriye dönüp gitti. (Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 2/21)

Ancak Zemahşerî bu görüşe katılmıyor. Tefsirinde diyor ki: “Burada şeytan müşriklerin Peygamber’e karşı yaptıklarını onlara süslü, doğru olarak gösterdi. Onlara, savaşmaları halinde galip geleceklerini telkin etti. Hatta attıkları her adımda kendisine uymaları halinde, itaat etmeleri durumunda kurtuluşa ve zafere ulaşacaklarını vehmettirdi. Ancak Bedir’de durumu anlayınca, onlardan yüz çevirdi ve Allah’tan korktuğunu söyledi. Buna göre Allah’ın askerleri (melekler) inince şeytanın hilesi tılsımı, yaldızlı sözleri bozuldu, foyası meydan çıktı. Tefsirci Hasen’e göre bütün bunlar vesvese yoluyla şeytan tarafından onların içine ilka ediliyordu (bırakılıyordu). Yoksa şeytan insan sûretine girerek onlara bir şey söylüyor değildi. (Zemahşerî, Ö. b. Muhammed. el-Keşşâf, 2/220)

Bu mümkün olmakla beraber bize göre burada mecâzi bir anlatım var. Şeytanın insanları etkilemesi için insan sûretine girmesi gerekmemektedir.

Onun insanlar arasında dostlar (velileri) olduğu gibi müşriklerin nefislerinde her zaman şeytansı yön vardır. Şeytan önce Sürâka’yı etkileyerek müşriklere destek vermeye sevketmiş, sonra bu savaşta Allah’ın mü’minlere yardımını hissedince kendisinin de bundan zarar görebileceğini anlamış, korkup çekilmiş, aklını başına devşirmiştir. (Komisyon, Kur’an Yolu, 3/318)

Şeytanın müşriklere verdiği yersiz gurur ve kibir ile Sürâka’nın onları cesaretlendirmesi ve pişmanlığı arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.

Ancak Bedir’de Allah’ın sahabelere meleklerle yardım indirdiği sabit.

Bu, suçlular hoşlanmasa da Allah’ın hakkı ortaya çıkarması ve bâtılı ortadan kaldırması içindi. Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, “Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum” diye cevap vermişti. (Enfal 8/8-9)

Burada Allah’ın yardımı bin melek aracılığı ile gerçekleşmiştir. Yoksa Allah Teâlâ dileseydi, tek bir melekle ya da aracısız olarak doğrudan doğruya yardım ederdi.” (TDV Meali âyet açıklaması)

Ayrıca Talha b. Ubeydullah’ın şöyle dediğini naklediyor: “Peygamber (sav); "Şeytan hiçbir gün Arefe günündekinden daha zelil, daha kovulmuş, daha hakir ve daha öfkeli görülmemiştir. Bu da onun rahmetin indiğini ve Allah’ın büyük günahları bile affedebileceğini görmesindendir. Ancak ona Bedir gününde gösterilen hariç" dedi. "Ey Allah’ın Elçisi, o Bedir günü ne gördü?” diye soruldu. Rasûlullah; "Dikkat edin, o Cebraili gördü, Cebrail, melekleri savaşa sevkediyordu.” (Muvatta, Hacc/245. Taberî, İbni Cerîr. Câmiu’l-Beyân, 6/262. Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, 2/254)

Çünkü Allah’ın cezâsı, çok şiddetlidir” sözü, şeytana ait de olabilir. Ayrıca burada şeytanın, Allah’tan korkması, bizim bildiğimiz anlamda inananların Allah’tan korkması şeklinde değil de şeytanın Allah’ın ne yapacağını bilmesinden dolayı süfli bir korkudur.” (Mehmed Türk meali)

Şeytanın Allah’tan korktuğu bir kaç âyette söz konusu ediliyor.

Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.” (Haşr 59/16)

(Hesapları görülüp) iş bitirilince, Şeytan diyecek ki: «Şüphesiz Allah size gerçek olanı vâdetti, ben de size vâdettim ama size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi (inkâra) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı reddettim.» Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.” (İbrahim 14/22)

?

Enfal 47de ve 48de tipik bir “müstekbir” tipiyle karşı karşıyayız. Âyet Mekkeli müşriklerin şahsında onların bazı özelliklerini hatırlatıp müslümanları müstekbir ahlâkından, onlar gibi olmaktan sakındırıyor.

Kur'an, haksız yere istikbar edenlere (büyüklük taslayanlara) müstekbir diyor. Müstekbirler, kendilerinde bir üstünlük olmadığı halde büyüklük duygusuna kapılıp, doğru yoldan çıkan kimselerdir. Zayıf karakterlidirler, ama bu yönlerini insanlara karşı böbürlenerek gidermeye çalışırlar.

Burada mü’minler kibirle evlerinden çıkıp yürüyen ve inananları Allah yolundan alıkoymak isteyen Mekkeli müşrikler gibi davranmamaları konusunda uyarılıyor.

Onlar yanlarına şarkıcı kadınları almışlardı ve her konakladıkları yerde şarkı, dans ve içki partileri düzenliyorlardı. Bunun yanısıra geçtikleri yerlerdeki kabilelere, güçleri, sayısal ve teçhizat bakımından üstünlükleri konusunda büyük bir gösteriş yapıyor ve hiç kimsenin kendilerine karşı savaşamayacağını söyleyerek övünüyorlardı.

Ahlâki durumları böyleydi, fakat savaş gayeleri bundan da kötüydü. Hak, doğruluk ve adalet ölçüsünü yükseltmek için değil, bu ölçünün yükselmesini engellemek için savaşa çıkmışlardı. Gayeleri, bu ölçüyü yükseltmeyi amaçlayan tek topluluğu yok etmekti.

Âyetin yol göstermesi sadece o zamana mahsus değildir. Müslümanlar için her zaman geçerlidir. Çünkü çağdaş zalim inkârcıların İslâma karşı durumları aynıdır. Onlar da eski müşrikler gibi kibirli, gaddar, şeytanın dostu, ahlâki faziletlerden yoksunlar. Onların ileri gelenleri de; “Biz güçlüyüz, zenginiz, bu gün bizi hiç kimse yenemez” diyorlar ve hak ile mücadele etmeye, yeryüzünde fesat çıkarmaya devam ediyorlar. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 2/174)

Yukarıdaki âyet şeytanın müşrikleri aldatmasını ve rezil olmalarını, hüsrana uğramalarını, yenilip dağılmalarıyla sonuçlanan savaşa çıkmaları için onları kışkırtmasını tasvir ediyor. Şeytan başta müşriklerin yaptıklarını onlara güzel gösterdi. Onlarla beraber olduğunu, onlara yardımcı olduğunu fısıldadı. Onların göremediklerini görünce de onları yüzüstü koyup akıbetleriyle başbaşa bıraktı. Verdiği sözü tutmadı.

Bunlar kesin. Ancak biz şeytanın onlara yaptıklarını nasıl güzel gösterdiğini, nasıl "bugün sizi hiçbir insan grubu yenemez, ben sizin yanınızdayım" dediğini, bundan sonra ne şekilde geri döndüğünü bilmiyoruz. (Kutub, S. fî-Zılâli’l-Kur’an, 3/1530)

Bunlar bizim için ğayb konulardır. Zaten bugün müslümanlar için önemli olan şeytanın Mekkeli müşriklere nasıl vesvese verdiği değil, şeytanın vesvese verme, aldatma, günahları süslü gösterme (tezyîn etme), mü’minlere düşman olma gerçekliğidir. Şeytan öteden beri kendi dostlarına, müşriklere, İslâma karşı olup onunla mücadele edenlere yaptıklarının doğru olduğunu fısıldayıp duruyor. Onlar her ne kadar şeytanı görüp bizzat onu canlı olarak dinlemeseler de, onun vesveselerin kanmaya, onun razı olacağı işleri yapmaya, ellerindeki imkanlarla mü’minlere karşı kibirlenmeye devam ediyorlar.

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.