Hüseyin Kerim Ece

 

Allah'ın düşmanları (Adüvullah) -3- 10.08.2023


Kur’an, «Allah’ın düşmanları» dediği kimselerden ve özelliklerinden bahsetmeye devam ediyor.


**“Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin.

Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim.

Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtahıne 60/1)

Ali (ra) anlattı. Allah’ın Rasûlü beni, Zübeyr’i ve Mikdad b. Esved’i; “Ravzatu’l-hâh denilen yere kadar gidin. Orada yanında bir mektup olan kadın bulacaksınız, ondan o mektubu alıp bana getirin” diyerek gönderdi.

(Medine’den) çıktık, Rasûlüllah’ın dediği yere geldik ve o kadınla karşılaştık. Ona; “mektubu ver” dedik. “Bende mektup (falan) yok” dedi. “Mektubu verecek misin yoksa elbiseni soymak zorunda kalırız” dedik.

Kadın saç örgüsünün arasına sakladığı mektubu çıkarıp verdi. Biz de onu Peygamber’e getirdik.

Meğer mektubu Hâtıb b. Beltea Rasûlüllah’ın bazı işlerini Mekkedeki müşriklere bildirmek için yazmış.

Rasûlüllah ona; “Bu nedir ey Hâtıb?” dedi.

“Hakkımda karar vermede acele etme ya Rasûlüllah dedi. Ben Kureyşin içindeyim ama onlar gibi müşrik değilim. Senin yanındaki muhâcirlerin Mekke’de akrabaları var. Bu akrabalık sayesinde Mekke’deki ailelerini ve mallarını korurlar. Akrabalık yoluyla elde edemediğimi bu yolla elde etmek istedim. Bunu da dinimden döndüğüm için yapmadım” dedi.

Rasûlüllah (sav); “Hâtıb doğru söyledi” dedi.

Rasûlüllah Bedir gazilerinden olduğu için onu affetti. İşte bu sûre bunun üzerine indi. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/56-58. Ayrıca bkz: Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/347. Suyûtî, C. Esbâbu’n-Nüzûl, s: 411)

“Tarihî olarak bu ifade, Peygamber (sav) ve sahabelerin Mekke'den Medine'ye sürülmelerine bir işarettir. Ama daha genel anlamda, mu’minlerin her zaman hak din düşmanları tarafından zulme (haksızlığa) uğratılmaları ihtimalini ifade eder.

Tevbe Suresinin 7-9. âyetlerinde de gectiği gibi, kafirleri dost edinmenin yasaklanması, sadece müslümanlara karşı aktif şekilde düşmanlık yapanları kapsamaktadır. (Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 3/1137)

Burada “benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseler” ifadesi kullanılarak, müslümanların husumet düşüncesini ve davranışını yönlendiren âmilin kişisel kin ve garez duygularının olmaması gerektiği, ancak Allah için, kamunun yararı bulunması durumunda düşmanlık edilebileceği yönünde bir uyarı yapılmıştır. Böylece gerek sevgi gerekse nefret konusunda temel kriter “hak” kavramı olmaktadır.” (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 7/543)

Nitekim âyetin devamında bazılarının düşman olarak nitelenme gerekçesi, Peygamber’i ve Allah’a inanmaları sebebiyle müminleri yurtlarından çıkmaya mecbur etmeleri şeklinde açıklanmıştır.

Tevbe Sûresi 8-9. âyetlerde de müslümanlara savaş açıp onlara haksız baskılar uygulamayan gayr-i müslimlerle iyi ilişkiler içinde olmanın ve hakkaniyete göre hareket etmenin yasaklanmadığı görülüyor. Demek ki İslâmın amacı gayr-i muslimleri mutlak ve her zaman düşman ilân etme değildir.

Âyette özel sevgi bağları sebebiyle düşmanlara sır veren müslümanlar eleştirilirken “sır” kökünden gelen bir fiil kullanıldığı halde Allah’ın gizlenenleri de bildiği belirtilirken “hafî” kökünden türetilmiş bir fiil kullanılması şöyle bir anlam inceliği taşımaktadır.

Sır, herkese açılmayan gizlilikleri ifade eder, hafî ise gönülde gizleneni de kapsar. Allah (cc) yalnız belli kimselerle paylaşılan sırları değil, gönüllerde saklananları da bilir. (Ayrıca bkz. Tâhâ 20/7) (Komisyon, Kur’an Yolu, 5/236)

Kime düşmanlık yapılacağı konusunda şu âyetler de belirleyici :

«… O hâlde zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur» (Bekara 2/193)

«Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil olanları sever.» (Mumtahine 60/8)

“…  İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir..” (Maide 5/2) 

Buna göre bir kimsenin gayr-i müslim olması onun düşman olması anlamına gelmediği gibi, onunla savaşılır kanaati da asla doğru değildir. Yani din farklılığı ne düşmanlık ne de savaş sebebidir.

Ancak gayr-i müslim olduğu hâlde zalimlik yaparak müslümanlara ve onların değerlerine farklı şekilde saldıranları düşman bilmek, onları iyi tanımak, onlara karşı günün imkanlarıyla mücadele etmek, yani müslümanın kendisini ve değerlerini korumaya çalışması nefs-i müdafadır, hatta onun için bir görevdir.

Âyette geçen ‘veli’ kelimesinin çoğulu ‘evliyâ-veliler’ sözlükte; yakın, dost, seven, yardımcı olan, kollayıp koruyan, işini üzerine alan, destek olan demektir. Veli olmak, veli olunan üzerinde hak ve yetki sahibi olmayı gerektirir. Velâyetin doğasında bu vardır.

Veli müttefik anlamına da gelir. Sevginin, dost ve destek olmanın, ilgilenmenin varacağı nokta gerek düşmana karşı, gerek zorluklara karşı, gerekse fitnelere karşı müttefik olmaktır. Omuz omuza vermek, birbirine destek olmak, yardımcı olmak müttefikliğin gereğidir.

Âyet hem din kardeşliği anlamında, hem de müttefiklik, işbirliği anlamında Allah’ın düşmanlarını veli edinmeyi yasaklıyor.


İslâm, kendi müntesiplerine; «şurada bir gayr-i müslim var, o istemese de onu İslâma sokun, rahatsız edin, ya da aranızdan, bulunduğu yerden sürüp çıkarın» demiyor. Zira İslâmı kabul etmek, ikna olma sonra yürekten inanma işidir. Nu da baskıyla olmaz.

Ancak müslümanların arasında veya dışarıda gayr-i müslimler onlara karşı yaramazlık yapmaya kalkıştıkları zaman durum değişir. Kur’an’ın zalim dediklerini hasım bilmek, onlara karşı dikkatli olmak müslümanların görevidir.

İnfak ve ihsan âyetlerinde yardım edilmesi gerekenler sıralanirken yetimler, yolda kalmışlar, dullar, mustaz’aflar şeklinde genel ifadeler kullanılıyor, onların mutlaka müslüman olmaları gerekir denilmiyor.

Zira İslâmın öngördüğü adalet, güzel ahlâk, infak ve yardım, Dini güzel temsil etmek (örneklik) herkese yöneliktir. Zalim olmayanlar müslümanların bu güzelliklerinden ve iyiliklerinden faydalanırlar.

Rasûlüllah’ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edildi: «Sizin en hayırlınız insanlara hayırlı olandır.» (Buhârî, Mağâzî/35 no: 4141)

Burada müslümanlara değil, ‘insanlara’ deniyor. İnanç, ülke, renk, kabile, coğrafya ayrımı yapılmıyor.


-Allah’ın düşmanlarının sonu

«Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler.» (Fussilet 41/19)

Allah'ın düşmanları" onun Elçisini yalanlayıp emrine aykırı hareket edenler (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2720), ya da O’ndan gelen hükümleri reddeden (İbni Atıyye, Muharriu’l-Vecîz, s : 1650), insanlığın ilk döneminden Son Saat’e (dünya hayatının sonuna) kadar gelmiş ve gelecek olan İslam inkarcılarıdır. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/190)

Kur’an muhataplarına ta Ademden beri Allah’a düşman onların hepsi toplarııp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırlamalarını istiyor. Medarik

Cehennem’e atılacak olanların Allah'ın düşmanları olarak ifâde edilmesi, kendilerini kınamak ve onları kuşatacak olan azabın sebebini bildirmek içindir. (Allahu a’lem)

Alllah’ın düşmanları Rasulüllah’a Mekke’de karşı çıkan, onu yalanlayan müşriklerdir dersek ayetin manasını sınırlamış oluruz. Her ne kadar bir ayette Mekke’den Peygamber’i çıkaranlardan “Benim de sizin de düşmanınız” (Mumtehıne 60/1) diye söz etse de... (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 11/98)

Bunlar, öteden beri her dönemde küfrü, şirki imana, nefislerine, şeytana, putlarına itaati Allah’a itaate tercih edenlerdir. Bunlar bu dünyada inkarda, İslama karşı mücadele birarada oldukları gibi Cehennem’e sevkedilirken de birarada olacaklar. (Komisyon, Kur’an Yolu, 4/700)

Cehennemi hak edenler Allah’tan gelenleri inkar etmekle kalmazlar. Allah’ın ayetlerini etkisiz hale getirmek, Kur’an davetine kulak verip ona yönelmeleri önlemek için her yola baş vururlar. Yani Allah’ın diniyle kendi dönemlerindeki araçlarla mücadele ederler, savaşırlar.

Bu da ağır bir suçtur. Cezası da ağırdır.

Üstelik kulakları, gözleri, elleri ve derileri kendi aleyhlerine şâhitlik edecekler. İnsan organlarının kendi aleyhine şâhitlik etmesi de, dehşet bir sahnedir. Allah (cc) Hesap gününde bunlara ve diğer şâhitlere ‘konuşun’ diyecek, onlar da gerçeği söyleyecekler.

Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şâhitlik edecektir. Derilerine:

Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır. Yine O'na döndürülüyorsunuz, derler.” (Fussilet 41/20-21)

Herkes, (kıyâmette) yanında bir sürücü ve bir de şâhitle beraber gelir.“ (Kaf 50/21)

Bu şâhit melek veya amel defteri olabilir. (Allahu a’lem)

Yapmış olduklarına, dilleri, elleri ve ayaklarının, aleyhlerinde şâhitlik edeceği gün onlar için çok büyük bir azap vardır.“ (Nûr 24/24)

O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şâhitlik eder.“ (Yâsin 36/65)

Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay hâlimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!»

Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49. Ayrıca bkz: İsrâ 17/13-14. Câsiye 45/28. Zümer 39/69)

Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan «Ne oluyor buna!» dediği vakit, işte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.“ (Zilzâl 99/1-5)

Fussilet 41/27. âyetteki “şiddetli azap” müşriklerin mü’minlerin karşısında tadacakları yenilgiler, “yaptıkları kötülüğe denk ceza” ifadesi de ahiretteki azap olarak yorumlandı. (İbni Atıyye, Muharriu’l-Vecîz, s : 1650)

İşte böyle; Allah'ın düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi bile bile inkâr etmeleri karşılığı orası onların temelli kalacakları yerdir.» (Fussilet 41/28)

Ya da “Onları yaptıklarının en kötüsü- cezâlarının en kötüsü -ile cezâlarıdıracağız.”

Rasûlüllah’ı ve ona gelen gelen vahyi yalanlayan Kureyş müşriklerine verilecek olan bu ceza, Allah düşmanlarının cezasıdır.

Bu ceza Cehennem ateşidir.

Allah’a ortak koşan ve onu inkâr eden Allah düşmanlarına, âyetleri yalanlamalarının (ve onlara karşı savaşmalarının) bir cezası olarak, kalacakları yurt, yer, mesken içinde ebedi olmak üzere ateştir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 11/98)

 

e-mail
Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz.