Hüseyin Kerim Ece |
|
Korku ve açlık elbisesi yasası 04.09.2024
|
|
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İşte Allah (size) bir örnek veriyor: Güvenlik ve refah içinde bir şehir (düşünün ki), oraya (ahalisinin) rızkı her yandan bolca akıp duruyordu.; ama ahalisi tutup Allah’ın nimetine yakışmaz bir biçimde nankörlük etti ve bunun üzerine Allah da onlara, inatla yapageldikleri (kötülüklerinden) ötürü kuşatıcı bir açlık ve korku felâketi taddırdı. Kaldı ki, onlara aralarından bir peygamber gelmişti, ama onu yalanladılar. Ve onlar böylece zulüm ve haksızlıklarına devam edip giderken azab kendilerini kıskıvrak yakaladı.” (Nahl 16/112-114)
-“Korku ve açlık elbisesi” ifadesinin deyim olarak anlamı “Açlık ve korku elbisesi” sözünün eski Arapçada insanın başına gelen felâketler hakkında kullanılırmış: “Lafzen; ‘giysi/elbise (libas) –insanı bir giyecek gibi her yandan kuşatan felâketi ifade için klasik Arapçada kullanılan deyimsel bir ifade Bu örnek, Allah’ın insana bahşettiği hesapsız rızık ve nimetlere karşı bilinçli ya da kasıtlı nankörlüğün, bir başka deyişle Allah’ın doğru yolu gösteren mesajına karşı çıkmanın, uzun va’dede ve bir bütün olarak toplumsal hayatın karmaşık dokusu içinde dönüp dolaşıp eninde sonunda insanların başına sadece âhirette değil, bu dünyada da vahim sonuçlar, büyük felâketler açacağını gösteriyor.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, 2/554) Burada ‘elest bezmi’ndeki misak (verilen sözle) kişi ve toplum saadeti arasında ilişki kuruluyor. Şüphesiz ki insan ve toplum Allah ile olan bağını ahlâkí ve toplumsal olarak kurmadıkça, istenen ideal huzur ve güvene kavuşamaz. Nimete şükrün karşılığı hzur ve emniyettir. Nimetlere nankörlük etmenin bedeli de kişiyi ve toplumu kuşatan, her zaman ve her beldede farklı şekillerde ortaya çıkabilecek etkileyici ve kuşatıcı sıkıntı ve felâketlerdir. Belâ ve musibetler adeta bir örtü, bedeni kaplayan elbise gibi toplumu kuşatır. Bu âyette, “açlık ve korkunun etkisi veya zararı, toplumu kuşatması açısından elbisenin onu giyeni sarmasına benzetildi.” (Ebu’s Suud, İrşadu Akl-ı Selim, 3/297) Öyle ki o şehir halkı topyekûn elbisenin bedeni kuşatması gibi açlık ve korku felâketini taddılar. Açlığı ve korkuyu toptan hissettiler. “İşte Allah (size) bir örnek veriyor: Güvenlik ve refah içinde bir şehir (düşünün ki), oraya (ahalisinin) rızkı her yandan bolca akıp duruyordu...” “Burada üç önemli nimete işaret edilmektedir: Emniyet (güvenlik), itminan (doyum) ve rızkın kolaylıkla gelmesi.” (Tabatabâî, M. H. el-Mizan, 12/389) Âyette geçen «açlık ve korku elbisesinin taddırılması», açlık ve korkuyu hissettirmeden bir benzetme (istiare)dir. Bu da yaygın belâlar, şiddetli sıkıntılar şeklinde gerçekleşir. İnsanlar onu bütün yönleriyle hissederler. Araplar arasında insanlara bir zorluk dokununca “falanca zorluğu ve zararı taddı”, veya “ona azap taddırıldı” denir. Burada zarar ve elemin etkisini duyma olayı, tadı acı veya kötü bir yiyecek yedikten sonra hissedilen şeye benzetildi.. Elbise bedeni kuşatır, örter. Açlık ve korku elbisesini tadmak, elbiseyi giymek ve örtünmekle gerçekleşen kuşatıcılık gibidir. Sanki şöyle denilmektedir: Allah (cc) o belde halkı açlık ve korku yönünden uğratıldıkları felâket onlara (acı) bir tad gibi taddırdı. Bu iki anlatım şekli de şüphesiz ki açlık ve korku sıkıntısının kuşatıcılığını ifade eder. (Ö. Zamahşerí, el-Keşşâf, 2/614) -Bu ilâhi yasanın günümüzde işlemesi Açlık kimi zaman bir deneme aracı olabilir: “Andolsun biz sizi, bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bekara 2/155) Rasûlüllah (sav) şöyle dedi: “Allahım açlıktan sana sığınırım. Çünkü o, en kötü arkadaştır. Hıyanetten de sana sığınırım. Çünkü o, çok kötü iç duygusudur.” (İbni Mace, Et’ıme/53 (3354).) “Allah’ın verdiği eminlik ve rafah içindeki belde örneği, bugüne, bu ana da uygulanabilir. Topluluklardan bazıları kendilerine güvenlik ve barış nimeti veriliyor ama onlar nimetin değerini takdir etmiyorlar, nimet vereni unutuyorlar, nankörlük ediyorlar. İşte bunlar örnekteki belde halkı gibi azabı hak ederler. Allah (cc) onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku elbisesini taddırır.” (ez-Zeyyin, A. A. el-Emsal fi’l Kur’an, s: 264) Allah (cc) sebeplere bağlı olarak insanların rızıklarını halkeder. Nımetlerini bol bol gönderir. Rızık kazanılarak elde edilen, nimet de Allah’ın rızık olmak üzere hazırladığı her şeydir. İnsanlar Allah’ın objeler dünyasında ve ruh âleminde kendisine sunulan nimetleri bilir ve bu nimetlerin sahibini tanırsa; karşılığında daha fazla, daha bereketli ve daha uzun süre devam eden nimetlere kavuşur. Nimetin kıymetini bilmeyen onun elinden çıkıp gitmesine sebep olur. Nimetin sahibini tanımayan, nimet sahibinin kendisine karşılıksız ve sürekli, sanki mecburmuş gibi nimet vermesini bekleyemez. Allah (cc) bir topluma verdiklerini, o toplum kendini değiştirip bozmadıkça değiştirip bozmaz. “Her insan için önünden ve arkasından takip edenler vardır. Allah'ın emrinden dolayı onu gözetirler. Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme de kötülük murad etti mi, artık onun geri çevrilmesine de imkan yoktur. Onlar için Allah'dan başka bir veli de bulunmaz.” (Ra’d 13/11) Allah’ın verdiği şeyler nimet, rızık bolluğu, hidâyet, izzet, İslâmı yaşamanın kazndırdığı kaliteli ve mutlu hayat da olabilir. İnsanın yaşaması için her şeyi var eden Allah (cc) bununla da kalmamış, insanın nimetlerden yararlanabilmesi için akıl, kabiliyetler, sanat ve icad etme yetenekleri de verdi. İnsan bu imkanlar sayesinde bol bol rızka ve geçinme kaynaklarına sahip olur. Çeşitli aletler yapar, bu aletleri hayatını daha iyi yaşamada, daha da kolaylıştırmakta kullanır. Yeryüzü ve gökyüzü insanın emrine verilmiştir. İnsanlar canlı ve cansız varlıklar üzerinde adâlet ve merhamet anlayışıyla tasarruf hakkına sahiptirler. Bunlar da Allah’ın insanlara iyilikleridir. Bu ve benzeri nimetler kavuşmasına rağmen insan; Allah’a karşı nankörlük ederse, o nimetler azalır, küçülür, bereketsizleşir ve artık yetmez olur. Rızka ulaşma yolları darlaşır, onları elde etme imkanları zorluğa dönüşür. Kişinin geçinme konusundaki endişeleri, sıkıntıları, çabaları artar. Korku ve emniyetsizlik içine düşer. Bu korku ve ümitsizlikle geçinme kaynaklarını az olduğunu, ya da hemen biteceğini zanneder. İnsan çok şeye sahip olur, mala, mülke, servete ve saltanata kavuşur. Lakin gözü doymaz, hırsı bitmez, tamahı eksilmez. Yarın için sürekli endişelidir. Aç kalacağım korkusu yaşar. O noktada hiç bir zaman tatmin duygusu yaşayamaz. Kanaat nedir, şükür nedir, başkasını da düşünmek nedir bilmez. Çok dünyalıklara sahip olsa da hiç biriyle yetinmez. Daha çok, daha fazla olsun der. Daha çok olması için aşırı bir çaba gösterir. Sürekli biriktirir. Elindekilerini çok sever. Onları kimseyle paylaşmak istemez. Bundan dolayı son derece cimridir. Hatta çok biriktirme, çok şeye sahip olma uğruna başkalarının hakkını yer, başkalarını kullanmaya bile kalkışabilir. Bu gibi duygular, korkular ve endişeler şükürsüz insan için bir ceza değil midir? Allah’ın nimetlerine nankörlük yapanlar buna bir uygun karşılığı er veya geç almaktadırlar. Halbuki kendilerine gelen İlâhí davete uyarak nimetlerin sahibini tanıyan ve O’na kulluk yapanlar, bu teslim olmuşluğu saadet, emniyet, iç doygunluk, maddeye hakimiyet, başkalarını düşünme, ya da başkalarıyla paylaşma gibi engin faziletlerle görürler. Böyleleri geçinme konusunda endişe taşımazlar. Az şeye sahip olsalar da kanaat ederler. Başkasının elindekine göz dikmezler. Dünyalıklara sahip olma uğruna kimsenin hakkına el atmazlar, kimseyi rahatsız etmezler. Onların gönülleri madde sevgisinin üzerindedir. Onlar asıl sevilmesi gerekeni sevdikleri için, geçici ve fani sevgilerle oyalanmazlar. Hatta onlar, çok dünyalığa sahip olsalar bile onun şımarmazlar ve servete önem vermezler. Ellerindekileri başkalarıyla paylaşmaktan zevk alırlar. Bu da onlara iç tatmin, emniyet ve huzur verir. Açlık ve korku elbisesi bazen de göze görünür bir şekilde yaşanır. Yani fizikí olarak da gerçekleşebilir. Bir belde ahalisi azdıkça, şımardıkça, nimet verene şükrü unuttukça, Allah (cc) o beldeye çeşitli yollarla açlık sıkıntısı verir. Onların içine düşman, anarşi, fitne ve güvensizlik korkusunu yerleştirir. O belde halkına bu hatalarını sel, zelzele, kasırga, düşman istilası, içerdeki zalimlerin hakimiyeti ve benzeri felâketlerle hatırlatmalarda bulunur. Nitekim Kur’an’da şöyle deniyor: “Nice topluluk var ki Rablerinin ve elçilerinin emirlerine küstahça karşı çıkmışlardır. Bunun üzerine Biz tümünü çetin bir hesaba çektik ve görülmemiş bir azaba çarptırdık: ve böylece onlar kendi yaptıklarının kötü meyvelerini taddılar; (bu dünyada) yaptıklarının sonu yıkım oldu: (öteki dünyada ise) Allah onlar için (daha da) şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde siz ey basiret sahipleri, (siz) iman edenler, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Allah size gerçekten bir uyarıcı indirmiştir.” (Talak 65/8-10. Ayrıca bkz: Nahl 16/45-47. Mülk 67/16-18) Allah (cc) kesinlikle bir topluma onları uyarıcı, onları doğru yola davet edici bir elçi göndermedikçe azap etmez. “Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezlerine göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten biz, ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir.” (Kasas 28/59. Ayrıca bkz: Şuarâ 26/205-209) “De ki: "Söyler misiniz bana! Size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helak olur?" (En’am 6/47) “Bu (şundan dolayıdır ki) Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helak edici değildir.” (En’am 6/131. Bir benzeri: Hûd 11/117) Yeryüzünde bozgunculuk çıkaran haddi aşan topluluklar da cezayı hak ederler. “Böylece, her kentte ileri gelenleri, oranın suçluları yaptık ki, orada hileler çevirsinler. Halbuki bunlar, kötülüğü başkasına değil kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar.” (En’am 6/123) “Biz bir ülkeyi yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına emrederiz, onlar itaat etmeyip orada kötülük işlerler. Böylece, o ülke helaka müstahak olur, biz de onu yerle bir ederiz.” (İsrâ 17/16) “Biz, maîşetleriyle şımarmış nice memleketi helâk etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmiştir. Onlara biz varis olmuşuzdur.” (Kasas 28/58) Günümüzde insanlardaki aç gözlülük, cimrilik, maddeye sahip olma yarışı, dünyalıklar uğruna harcanan yürekler ve nefesler, egoizm, maddeye sahip olma uğruna çıkartılan kavgalar, savaşlar ve uygulanan şeytanlıklar nedir acaba? Niçin bazı ülkeler, bazı ülkelerin insanları kaostan, kargaşadan, korkudan, baskı ve zulümden kurtulamıyorlar? Niçin insanlar sürekli bir korku, geçinme endişesi, birbirine karşı emniyetsizlik duyuyorlar? Neden bazıları bazıları için kurt gibi olmaktadır? Yoksa bütün bunlar şükürsüzlüğe, nimetlere nankörlük etmeye, Allah’tan gelen ölçülere sırt çevirmeye verilen cezalar mıdır?
-Sonuç olarak Allah’ın, insanlar iki dünya saadetine kavuşsun diye indirdiği İslâm nimetinin değerini bilmeyen, ya da önceki ataları o nimetle huzur, mutluluk ve izzet bulmalarına rağmen, kendileri ona karşı nankörlük eden kişi ve toplumların, “açlık ve korku elbisesi”ni giymeye devam edecekleri açıktır. |
|
e-mail Yazarın diğer yazılarına Yazarlar bölümünde ulaşabilirsiniz. |