1 Islam Hakikati ve Avrupa Gerçegi

2 Haçli Seferleri Bitti mi?

3 Yirminci Yüzyilin Çöküsü
4 Türkiye'nin Batililasma Macerasinin Sonu mu?
 

 

Islam Hakikati ve Avrupa Gerçegi

Arif Altunbas

Avrupali olabilmek, batili gibi bir hayat tarzi yasayabilmek icin kendi din, kültür, tarih ve medeniyetinden uzaklasan bir TC zihniyeti 70 yili askin bir zamandir hala batili oldugunu Avrupali efendilerine isbatlayamadi.

Düsmanlari bile saskina cevirip hayrete düsürecek bir sekilde kendi medeniyet ve kültürümüze sirt cevirip düsmanca davranan bir TC ic ve dis politikasina ragmen, bati yalniz müslüman ismi ve kimliginden dolayi Türkiye´yi Avrupa Birligine almama hususunda kararliligini bir daha gösterdi.

Yetmis yildir kendi halki üzerinde onlarin batililasmasi icin nice, baski, zulüm, devlet terörü, askeri ve sivil darbelere ragmen halki bir türlü dinlerinden, tarih ve kültürlerinden koparamayan yerli münafiklar, ithal yöneticiler, böylece rüstlerini isbatlayamayip batili efendilerinden icazet alamamanin hüznü ve burukluguyla cami ile kilise arasinda kalmanin gülünc trajedisini yasiyorlar.

Ömer Hayyam´in:

"Bir elde kadeh bir elde Kur´an

Ne tam kafir olduk, ne de Müslüman"

beyti onlarin halini net bir sekilde ifade ediyor.

Kalbleri hastalikli, düsünceleri ithal, dünya görüsleri yabanci, dis görünüsleri hristiyan standartlarina uyan sadece adi müslüman olan ülkemizin kimi yöneticileri israrla kendilerinin batili bir toplum olduklarini, Avrupa´ya entegre olmak, Avrupa Birligine mutlaka girmek istediklerini inatla tekrar edip dursalar, batilinin etegine yapisip onursuz, silik bir sahsiyet örnegi olarak onlarin karsisinda hatta rüku ve secde yapsalar bile; batilinin karari bellidir. "Siz müslümansiniz, biz de haristiyaniz. Hristiyanlarin birligi olan Avrupa birliginde Türkiye´nin esit sartlarla birlige üye olma sansi yoktur."

Bu acik ve net kararla karsi karsiya kalan laik dinazorlar ajan mantigi, yilisik ve sünepe bir karsi tavirla: "Sizin böyle yaptiginizin farkina varan 1 milyarlik Islam alemi, Avrupa Hristiyan Birligine karsi Islam Birligine yönelir..." gibi ifadelerle efendilerini bir nevi uyariyorlar. Onlara simdiden olasi bir Islam Birliginin bati icin tehlike arzedebileceginin sinyallerini veriyorlar. Islam Birligi kurulunca tüm halki müslüman olan ülkelerdeki bati sömürü ve menfaatinin kesileceginin uyarisini yapma serefi böylece TC´nin ithal yöneticileri olan yerli münafiklara nasip oluyor.

Kendi ülkelerinde fakir ve mazlum halkin alin terlerini, tüyü bitmemis yetimin hakkini cesitli dalaverelerle, hirsizlik ve hokkabazliklarla, rüsvet ve sahte ihalelerle kontolarina aktaran, kisa zamanda vurduklari milyarlari Avrupa ve ABD´nin bankalarina yatirip, oralardan mal mülk edinen bu politika bezirganlari, skandal tüccarlari bu ihanetlerin hesabinin elbet bir gün sorulacaginin bilincinde olmalidirlar.

Peslerine takip Avrupa hristiyan birligine teslim etmek istedikleri 60 milyon müslümanin, batinin ücretsiz kölesi kimi hain idarecilerle ayni dünya görüsünü paylasmadiklarini Avrupalilar cok iyi bilmektedirler. Yine batililar; Islamin tüm halki müslüman olan ülkelerde, bütün buutlari ve boyutlariyla toplumun her katmaninda olaganüstü yayildigini, yaygin olarak kabul ve hürmet gördügünü, boy atip dalbudak saldigini stratejik arastirma enstitüleri ve istihbarat birimleriyle cok yakindan takip etmektedirler.

Hristiyanlik ise; Islamin gelismesine zit orantili olarak kendi ülkelerinde bile kan kaybetmekte, gerilemekte, sayginligini yitirmekte, antik bir din olgusuna, mitolojik bir efsaneye dönüsmektedir.

Zamanimizda ve gelecekte Islamin hristiyan milletleri büyük bir olasilikla tesir altina alabilecegi varsayimi karsisinda, Hristiyanligin ise müslümanlari etkilemesinin ufukta herhangi bir sansi ve belirtisi görünmemektedir.

Otuz yili askin bir zamandir, batidaki bir cok integrasyon uygulamalarina ragmen Avrupa´daki Türkiyeli, Arap kökenli v.d. ülkelerden isci, talebe olarak gelen müslümanlar kendi kimliklerini unutmamislardir. Hatta; kendi ülkelerinde bati toplumuna özenen insanlar, batiyi yakindan taniyinca hizla kendi kültür, din ve medeniyetlerinin koruyucusu, savunucusu konumuna gecerek tüm asimilasyonlara alternativ davranislar ve girisimlerde bulunmayi kendileri icin vazgecilmez bir görev bilmislerdir.

Avrupa Birligi; bati medeniyetinin bir ürünüdür. Hristiyan dininin temelleri üzerine bina edilmis siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal, askeri bir olusumun adi olup, kendi cikarlarina, din ve medeniyetlerine karsi olan olgulara bir bütün halinde karsi cikmanin olusumudur.

Müslüman olan ülkelere liderlik yapmaya en müsait ülkelerden biri, 200 milyona yaklasan Türki devletlere en yakin bir devlet olan Türkiye´yi nasil olurda Avrupa Birligine esit sartlar icinde kabul edebilirler? Yillardir sömürü alanlari olarak kullandiklari bir ülkeyi, köle gibi kullandiklari bir toplumu, kendilerine düsman olarak gördükleri müslümanlari hangi mantik ve anlayisla simdi kendileriyle esit kabul edip iclerine alabilirler? Medeniyetlerinin ürünleri, sanayi, teknoloji ve zenginliklerini onlarla paylasabilirler? Hangi tarihte efendiler köleleriyle esit olmayi istemisler, düsmanlar düsmaniyla zenginlik ve lükslerini esitce paylasabilmislerdir?

Tarih felsefesi, diyalektigi ve suurundan yoksun Türkiye´nin laik, sivil ve askeri yöneticileri hangi dine, medeniyete, akla, mantiga ve düsünceye göre Avrupa hristiyan birligine Türkiye´yi ve Türkiyeli müslümanlari integre etmek istiyorlar?

Istenmemelerine ragmen, neden kör bir inat, sasi bir bakis, aptal bir anlayis, ahmak bir mantikla Avrupa birliginin kapilari önünde arsiz dilenciler gibi dilenip duruyorlar?

Müslümanlarin topyekün Islam´a yönelip, onu sahiplenmeleri, ona göre hayatlarini tanzime baslamalarindan telaslanan, batinin kapikulu olan yerli münafiklar yükselen, genis tabanlarda yanki bulan Islami hareketleri yok edip, bastirabilmek icin Avrupa birligine girerek toplumumuzu hristiyan birligi icinde eritip yok etmek ve böylece Firavun düzenlerini ve koltuklarini da garantileyip muhafaza etmek istiyorlar.

Kokusmus, ithal sistemlerinin yerine, yerli ve tabii sistemimiz olan Islam´i getirerek, yeniden toparlanip yapilanmayla Türkiye siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik platformda kendi yörüngesinde oturmasindan ve böylece tarihi misyonu dogrultusunda süper güclerle boy ölcüsür hale gelir diye en cok ülkemizdeki ithal yöneticiler ve yerli münafiklar gocunmaktadirlar.

Onlar ne pahasina olursa olsun, Avrupa Birligine girerek Islam ümmetinin bekledigi, olmasi kacinilmaz olan bu olusumun simdiden önüne gecmek istiyorlar.

Avrupa Birliginin üyeleri de Türkiye Avrupa Birligine alinirsa, Islami hareketler hem Avrupada, hem halki müslüman olan ülkelerde önü alinmaz bir gelismeyle hristiyan birliginin basina bela olur diye inatla Türkiye´yi birlikleri icine esit sartlarda bir üye olarak almak istemiyorlar.

Türkiye´deki müslümanlar topyekün Islam dininden cikmadiktan sonra, onlarin bizleri kendilerine dost ve müttefik kabul etmeleri dini ve tarihi realiteyle bagdasmayan bir tutumdur. Türkiye halkinin da mürted bir toplum olamayacagini Afrika´daki yamyamlar bile bilmektedir.

Tarih her yönüyle ve cephesiyle yeniden tekerrür etmektedir.

Müslüman Türklerle Malazgirtte tanisan, Viyana önlerine kadar vurusan hacli ruhu bati toplumunun damarlarindaki alyuvarlar ve akyuvarlar gibi dolasmaktadir.

Hristiyan ruhu, Romali kültürü, yunan ahlakiyla bir bütün olan bati medeniyeti, Islami ruh, kültür ve ahlak ile yogrulmus Islam ümmetiyle dünyanin her yerinde, her zaman, sürekli bir catisma icinde olmus, olmakta ve gelecekte de bu catisma batililarin ülkelerimiz üzerindeki sömürgeci, köleci zihniyetleri ve politikalari degismedikce sürecektir.

Batilinin dilinden düsürmedigi, insan haklari, özgürlük, baris, demokrasi, müttefik olarak yasamak... v.s. gibi sözler sadece kendi hegemonyaci, sömürgeci, köleci politikalarini halki müslüman olan (ve mazlum olan) ülkelerde yürürlüge koyabilmek, ithal düzenlerini ayakta tutabilmek icin savunur göründükleri kurt kapani hileler oldugunu, tarih boyu gelisen olaylar karsisinda batilinin tutumu bize ögretmistir.

Kibris, Bosna, Balkanlar, Azerbaycan, Cecenistan, Abaza, Tacikistan, Kesmir, Somali, Afganistan, Filistin v.s. gibi olaylar karsisinda batililar kör, sagir, dilsiz, ruhsuz hatta; vicdansiz davranislari, her biri birer sok olarak Islam ümmetinin uyanmasina vesile olmustur.

Batinin iki yüzlü tutumuyla halki müslüman olan ülkelerdeki münafik idarecilerin suratlarina Hakki Ilahi birer tokadi gibi inen bu olaylarla onlar hala kendilerine gelmez, hakikate yönelmez, Islam´a teslim olmaz, kendilerini iktidara getiren müslümanlarin seref ve haysiyetleriyle oynarlarsa, gelecek musibetlere hazirlanmak zorundadirlar. Musibetlerden nasihat almayanlari baslarina gelecek belalar uslandirir.

"Siz, yahudilere ve hristiyanlara tabi olmadikca, onlar sizden asla memnun olmazlar.

De ki: Dogru yol ancak Allah´in yoludur. Sana gelen ilimden (Islam´dan, Kur´an´dan) sonra yahudi ve hristiyanlarin isteklerine uyarsan, muhakkak ki Allah´tan sana ne bir dost ve ne de bir yardimci vardir."

Bakara 120

Haçli Seferleri Bitti mi?

Hüseyin K. Ece

Ingiliz komutan general Allenby 1917 yilinda Kudüs´e girdigi zaman "Iste hacli seferleri simdi bitti" demis. Sonra da Selahaddin Eyyubi´nin mezarina gidip mezari tekmelemis ve "Kalk ey Selahaddin, kalk da milletinin halini gör" diye alay etmis.

Seksenli yillarda Amerika baskanligi yapmis Reagen da müslüman dünyaya karsi hacli seferleri düzenleyelim diye davette bulunmustu. Bu cagrisi pek yanki bulmamisti ama bati Avrupa ülkelerinin genel politikalari ile bu cagrinin arasinda bir baglanti bulunmaktadir.

Cecenistan´a müdahale eden Rusya baskani Boris Jeltsin´i Moldavya´da görev yapan generali "müslümanlara karsi hacli seferleri düzenlemekle" sucladi.

BosnaHersek´te kan döken, isgal ettikleri yerlesim birimlerinde bulunan müslümanlara ait mabedleri ve eski yapilari vahsice yikan, bir milleti soykirima tabi tutup yok etmek isteyen sirplar, Avrupa´yi Islam karsisinda korumaya calistiklarini iddia ediyorlar.

Kuveyt´teki cikarlari Irak tarafindan tehdit edilen bütün batili ülkeler, topyekün bütün güclerini Ortadogu´ya yigdilar ve Irak´a kendilerince güzel bir ders verdiler. Birlesmis Milletler kararina uymakta yavas davranan Irak´i sIk sIk tehdit ettiler, hatta zaman zaman kimi Irak hedeflerini bombalayarak saka yapmadiklarini gösterdiler. Irak´a genis capli ambargoyu en sIkI sekilde sürdürüyorlar. Irak´in bütün nükleer tesislerini denetlemeden geri kalmadilar. Bu ülkenin kendileri ve müttefikleri hakkinda tehlikeli silah üretebilme ihtimalini ortadan kaldirdilar.

Buna karsin, BosnaHersek´te gercekten cagin en vahsi katliamlarindan birini yapan, Hitler´in yahudilere yaptiginin benzeri baskiyi ve soykirimini uygulayan, Birlesmis Milletlerin ve Nato´nun hicbir kararina uymayan sirplara ciddi hicbir sey yapmadilar. Yapilanlara adeta göz yumdular. Tavsana kac, taziya tut taktigi uyguladilar. Kendileri tarafindan güvenlikli bölge ilan edilen Bihac´a girmeye calisan saldirgana karsi bir sey yapmazken, "Bihac düstü, artik yapilacak bir sey kalmadi" dediler. Hatta bizzat en yetkili agizlardan Bosna´daki savasi sirplarin kazandigini acikca söylediler. Böylece asil niyetlerinin, BosnaHersek´te olmasini istedikleri sonucu dile getirdiler.

Iran Islam Devrimi olmadan önce Iran´da büyük cikarlari olan batili ülkeler devrimden sonra bu ülkeye karsi Irak´i saldirtmakla kalmadilar, ayni ülkeye karsi her türlü ambargoyu uyguladilar, uluslararasi arenada yalniz biraktilar. Aleyhinde her türlü karalama ve aykiri propogandayi yaptilar.

Batili ülkeler Islam ve Islam ülkeleri aleyhine olan her seye, herkese ve her olaya destek oldular, destek olmaktadirlar. Müslümanlarin en sevdikleri Peygambere iftira eden, yalan yanlis fantazilerile müslümanlarin kutsalina saldiran S. Rüstüyü korudular, destek oldular, ödüllendirdiler. Yazilariyla müslümanlari rencide eden T. Nesrin´i himayelerine aldilar, onu ödüle bogdular. Yazdigi romanlarla Islam´a saldiran N. Mahfuz´a edebiyat ödülü, Müslümanlara ihanet eden Sedat, Arafat gibilerine baris ödülü verdiler.

Kendi ülkeleri aleyhine yaptiklari calismalara yardimci oldular.

Kurduklari ekonomik sistem sayesinde kendi zenginliklerini ve refah seviyelerini korumaktalar. Ancak bu sistem ücüncü dünya ülkelerinin aleyhine gelismektedir. Üstelik Islam ülkeleri petrol, su yollari, maden gibi tabii zenginliklerine ragmen hicbir zaman ekonomik bakimdan ortalamanin üzerine cikamamaktadirlar. Petrolü isleten firmalarin cogu batili ülkelere aittir. Petrol gelirlerinin bir kismi yine batili bankalarda yatmaktadir. Batili bankalar ise bu mevduatlari istedigi gibi kullanma hakkina sahiptir. Ama her nedense bazi Islam ülkelerine ait bu paralar hicbir zaman bir baska Islam ülkesinde büyük bir yatirima dönüsmemektedir.

Bu petrol paralarinin önemli bir kismi da yine batili isadamlarinin veya tüccarlarinin cebine akmaktadir. Petrol zenginleri son derece lüks icerisinde yasamaktalar. Bu lüksün kaynagi da süphesiz batili ülkeler. Petrol üreten Islam ülkelerindeki ihalelerin cogu batili firmalar tarafindan alinmakta, bütün teknoloji, bütün modern techizat batili ülkelerden ithal edilmektedir.

Ama her nedense bu durumun devamini saglayan rejimler ve kisiler hic degismemekte. Bu rejimler ve kisiler halklarina ragmen politika üretmelerine, pek cogunun diktatör olmalarina, hicbirinde batili anlamda demokrasi olmamasina ragmen hep is basindadirlar ve özellikle batili yani hristiyan ülkeler tarafindan desteklenmektedirler. Nitekim, Kuveyt seyhinin kurtarilmasi operasyonu tipik bir örnektir.

Kendi ölcülerine göre secimle is basina gelme ihtimali bulunan Islami Selamet Cephesinin iktidarini önlemek icin, Cezayirli askerlere acik davetiye gönderdiler. Halkin gercek tercihi kale alinmazken bir kac fransiz kafalinin is basinda kalmasini temin ettiler.

Cezayirin kan gölüne dönecegini bile bile bu cinayete destek oldular. Hatta Avrupa Toplulugu askeri cuntanin basarisindan sonra milyonlarca dolar kredi acti. Üstelik utanmadan Cezayir´de müslümanlarin yönetiminde bir hükümet yerine askeri diktatörlük daha iyidir dediler.

Yillar önce kendi cikarlarina karsi cikan Uganda devlet baskani Idi Amin icin en rezil haberleri uydurdular. Aleyhinde her türlü mücadeleyi yaptilar. Sonunda Ingiltere ordusunda subaylik yapmis bir Ugandali is basina gelince, yani Ingilizin cikarlarini devam ettirecek bir kukla yönetici bulununca olay kapandi, Uganda gündemden düstü.

Sömürgecilik dönemi kapandi. Ama hangi sömürgecilik bitti? Gectigimiz yüzyillarda sömürgeciler sömürmek istedikleri ülkelere veya topraklara askerlerini götürürlerdi. Askeriyle bölge halkini sindirir, gerekirse katliam yapar, orasini sömürge (koloni) haline getirirlerdi. Böyle bir yöntem o günkü sartlarda kolay olmakla beraber agir ve masrafli bir isti.

Yirminci yüzyil milletlerin bagimsiz savasi yaptiklari ve bagimsizliklarini kazandiklari bir yüzyildir. Milletlerde sömürgecilere karsi son derece büyük bir nefret vardir. Geri kalisin, kalkinamamanin, zulmün ve perisanligin sebebi olarak sömürgecileri görmektedirler. Kendilerini yeniden sömürge yapmak isteyenlere karsi amansiz bir sekilde mücadele edecekleri bilinmektedir. Üstelik günümüz sartlarinda bir baska ülkeyi silahla, zorla, askeri harekatla sömürge yapmak mümkün degildir.

Ancak sömürgecilik bitti mi dersiniz? Baska ülkeleri ve onlarin varliklarini sömürmek isteyenler tarihten silindi mi?

Hayir sömürgecilik bitmedi. Sömürgeciler eski huylarindan asla vazgecmediler. Simdilerde sömürgeciligin metodlari degisti. Daha kolay yöntemler gelistirildi. Daha uzun vadeli ve daha kßrli yöntemler. Bir ülkenin rejimi ve yöneticileri sömürgecilerin adami ise mesele hal oldu demektir.

Batili ülkeler nicin Islam ülkelerindeki rejimleri ve bu rejimleri yürüten diktatörleri destekliyorlar, onlarin ayakta kalabilmeleri icin bütün imkanlarini seferber ediyorlar? Bu rejimlerin muhaliflerini susturmak icin neden birlikte calisiyorlar? Dikkat cekici degil mi?

Düsünün ki, Islam ülkelerinin ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda canlanmasi, ortak menfaatlerin korunmasi, gücsüz Islam ülkelerinin desteklenmesi, meselelerin cözülmesi icin kurulan Islam Konferansinin son toplantisinda "Islam fundamentalizmine" karsi ortak calisma karari aliniyor. Bu bir anlamda, batinin cikarlarina denk düsmüyor mu?

Bati dünyasi, Islam ülkelerinde cikarina karsi gelenlere fanatikler, fundamentalistler demiyor mu? Hatta giderek kendi izzetini savunmaya calisanlara terörist adini takmiyor mu?

Bati, kendi degerlerini bütün dünyaya ihrac etmenin gayretindedir. Bu degerler batinin hegemonyasini, üstünlügünü tescil ettirecek, giderek batiya karsi muhalefeti önleyecek degerlerdir.

Ancak batinin bütün degerleri RomaYunanHristiyanlik kültürü üzerine bina edilmistir. Batida hristiyanlik hala hayatin merkezindedir. Bati kültüründe ve hayat anlayisinda hala hristiyanligin büyük tesiri vardir. Hayata tümüyle din yön vermiyor ama, batida din yani Hristiyanlik en büyük degerdir.

Kültürünü baska milletlere tasimak gayretinde olan bati, bir anlamda hristiyani degerleri de tasimak istiyor demektir. Batili degerler hacli kafasina uygun degerlerdir.

Bati, simdilerde eskiden oldugu gibi bu kültürü ordularla tasimiyor. Baski ve siddetle, kölelestirme ve iskenceyle götürmüyor. Simdilerde daha modern metodlar kullaniliyor. Siyasi güc, ekonomik güc, uluslararasi dengeler kullaniliyor. Bir de bu degerlerin üzerine cagdaslik, insan haklari, demokrasi gibi yakisikli kiliflar geciriliyor.

Aslinda yapilmak istenen sey hacli hayat anlayisini benimsetmek, batiya bagli kültürler meydana getirmek, yani dünyada mevcut üstünlügü sürdürmektir. Bu üstünlük batinin diger ülkeleri hem kontrol etmesini sagliyor hem de sömürüyü kitabina uyduruyor.

Disaridan baktiginiz zaman hacli seferlerinin askeri anlamda ve topyekün oldugunu göremezsiniz. Yukarida verdigimiz örnekler bilinc altinda sakli olan gerceklerdir. Zamani gelince nasil ortaya ciktigini görmekteyiz.

Fakat görünen gercek su ki, batinin Islam dünyasiyla savasi hic bitmedi ve bitmeyecek. Tipki hak ve batil savasinin bitmedigi gibi. Bu savasin cesitli tezahürlerini her alanda görmekteyiz. Bugün yabancilarin uyum saglamalarinin yani degisip batili gibi olmalarinin istenmesi bu mücadelenin bir kücük parcasidir. Diger olaylari buna bagli olarak düsünebilirsiniz.

Kudüs´ü ele geciren Ingiliz generalin bitti dedigi hacli seferleri galiba perde gerisinde devam ediyor. Yanilmayi ne kadar isterdim.

Yirminci Yüzyilin Çöküsü

Serhat Yüceerdem

Fransiz devriminin 200. yil dönümü senliklerle kutlanirken, bu tarihi dönüsümün bir evladi adeta can cekisiyordu. Fransiz devriminin uzantisi sayilan Sosyalizm karsi devrimi yasiyor. Ve sonrasinda 20. yüzyilin bu rüyasi tarihin cöplügüne, "törenle" ugurlaniyordu.

200 yildir efsanelestirilen Bastil ayaklanmasi yüzünden kabul edilebilir bir devrim tanimi cikmadi ortaya. Bitmek tükenmek bilmeyen devrimler ayni zamanda kavram kargasasini dogurdu. Amerikan devrimi, Ekim devrimi gibi sayisiz devrimleri tarihe kazandirdi yüzyilimiz. Kesintisiz herseyde ve hayatin her sahasinda "devrim" yasadik. Moda, kültür, düsünce ve ahlak devrimleri gerceklestirildi pespese. Cinsel, bilimsel, teknolojik, elektronik devrimler onu izledi. Devrim öncesi, devrim sonrasi veya sürekli devrimler günlük hayatimiza renk katti. Sosyal ve ulusal, sag ve sol, hatta fasist devrimler cirit attilar yeryüzünde. Saray ve harem devrimleri hafizalardan silindi tabi. Radyolarin basinda veya televizyon ekrani karsisinda kulaklarimiz her dile, her irka uygun devrim marslariyla tirmalandi durdu.

Devrimler cagin ruhu ile ic iceydiler. Hersey ona olan uzaklik veya yakinlik ile ölcülüyor ve deger kazaniyordu; cünkü devrim yüzyilin lokomotifi, ilerleme motoru olarak bellenmisti.

Düsünce yükünden kurtulan her hareket kendisine sadece bu ismi yakistiriyor ve bu etiket taninmak icin onlara yetiyordu. Zaman geldi karsi devrim hareketleri bile övüncle "devrim" olarak kutlandilar.

Devrim ve bir bakima onun halefi karsi devrim hareketi bir elestiri olayidir. Her ikisi de orta cagin elestirisi kabul edilen modernlesmenin ana parcalaridir. Akli tanrisallastirilan aydinlanma caginin dogal sonucudur. Ilk kez modernlesmenin baslamasi ile ölcüsüz elestirinin kapisi aralanmis veya yanlis ölcütler edinilmistir. Modern caglarin iki anahtar kisisi Kant ve Marks tamamen tenkitcidirler ki, kendi sorularini sorgulamislardir. Kant´in "Saf Aklin Elestirisi" ve Marks´in "Politik Ekonomi Elestirisi"nden günümüze uzanan bir dizi kitabin ismine kadar ayni akimin izini görüyoruz: Teknik Aklin Elestirisi, Bilimsel Aklin Elestirisi, Tarihsel Aklin Elestirisi, Teorik Aklin Elestirisi v.s. Nihayet Stalinvari "Silahli Elestiriler" 20. yüzyila eslik etmekle kalmamis ve rolünü kacirilan caglari yakalamada muhafaza etmektedir.(!) Ve 20. yüzyil biterken bir karsi devrime sahit olduk. Dogu Avrupa modern devrimlerin bir parcasi Sosyalizmin yikilisini yasadi. Tüm dünyanin saskinlikla izledigi bu siyasi degisikliklere de neredeyse devrim denilecek. Sosyalizmin anayurdu Sovyetler Birligi´nin dagilmasi uluslararasi iliskilerde siyasi dengeleri altüst etti. Ideoloji olarak Sosyalizm öldü, tek kutuplu dünya düzeni dogdu. Perestroika´nin mimari, eski düzenin mezarcisi olarak tarih kitaplarinda yerini aldi. Böylece sosyalist sistemin yabanci müdahele veya silahli ayaklanmalara firsat birakmadan kendisini yozlastiracagi kehaneti de gerceklesti. Biz cöküs nedenlerini inceleyecek degiliz. Yalniz 21. yüzyilin esiginde bir tarih depremi yasadik. Modern cag sorgulandi ve bir yüzyilin sonuna gelmis bulunuyoruz. Yasanilan olaylar tarihin dramatik bir yanini gösteriyor bize: Dar perspektiften tarihe bakanlar, birakin statükoyu koruyabileceklerini, ilk firtina ile hic varolmamiscasina tarihten silinip gidebiliyorlar.

Modern cag ve modernlesme büyüsü bozuldu. Ideolojiler basarisizliga ugradi. Artik bize 20. yüzyili asmaktan baska care kalmiyor diyebiliyor muyuz? Yillarca ugrasip girmeye calistigimiz eski adi ile Ortak Pazarin kapisindan ummadigimiz bir sekilde cevrilmemiz, aydinlarimizin icini burkmaya devam ediyor. Genellikle ortak pazar diye tanimladigimiz örgütün Avrupa Toplulugu (AT) denilen bir bütünün parcasi oldugu düsünülürse bu üzüntünün sebepleri daha iyi anlasilabilir. Hayali´nin "O mahiler ki derya icredir deryayi bilmezler" dizesinde oldugu gibi, yüzyillardir hasir nesir olduklari Avrupa´dan, yelin kayadan kaptigi toz miktarinda nasiblenen kimselerin simdi kara kara düsünmelerine bakip da, aci aci gülümsememek elden gelmemektedir. Yeni bir yüzyila hazirlandigimiz su siralarda kafalarimizi hala kendimizin Avrupalilara nasil daha iyi tanitabilecegimiz konusu isgal etmektedir. 1995 yilinda Papa II. Urban´in Clermont vaazinin üzerinden 900 yil gecmis olacak. Hacli seferleri orada adlari anilarak Türklere karsi acilmistir. O günden buyana Türklere yakistirilan insanlik disi özellikleri Avrupa´da üretilen fantazileri anlatmak icin birkac ciltlik kitap yazmak gerekir.

Deginilmesi gereken bir baska nokta, batili ülkelerin siyasetleri incelenirken devamli icine düsülen bütüncü yanilgidir. Ideolojik anlamda bile herhangi bir bati ülkesinde tek blok hareketine hicbir zaman rastlanmamistir.

Ancak büyük cikar sahiplerinin, kücük cikar sahiplerini ücüncü ülkelerin sirtindan maddi ve manevi tatmin etme gayretleri, bati dünyasinda zaman zaman kabaran Türkiye karsiti dalgalari bir yere kadar aciklamaya yetecek bir anahtardir.

Osmanli imparatorlugu kendini savunmada acizlestikce, Körfez Krizi sirasinda da tanik oldugumuz gibi ortaligin karisip, dengelerin bozuldugu zamanlar disinda kimse kalkip ta Türklerin Avrupa´da Avrupalilarla birlikte yasamaya haklari olabilecegini düsünmek bile istememistir.

Alman devlet adami Marschall von Bieberstein´in 20. yüzyila girerken 1898 Girit olaylari sirasinda kullandigi unutulmaz deyimle "Dökülen kan müslüman kani oldugu zaman büyük gücler arasinda olusan renk körlügü" bugün de eski Osmanli topraklari sözkonusu oldugunda salgin bir hastalik halinde devam etmektedir.

I. Dünya savasi ertesi toplanan Paris Baris Kongresinde Osmanli ülkesine kefen bicilirken, cok uluslu ve dinli devletlerin cagdisi oldugu savindan yola cikilmisti. Ayni iddianin sahiplerinin kurdugu Polonya ve Cekoslovakya, II. Dünya savasinin cikmasina canak tuttuklari gibi yine bu arada kurulan Yugoslavya da cok uluslu devlet modelinin deneme tahtasina dönüsmüstür. Hele Yugoslavya gibi degil din ve dil, alfabe birligi bile saglayamamis bir ülkenin nasil yapay temeller üzerine oturtuldugu, soguk savasin yok olmaya yüz tuttugu andan itibaren belli olmustur. Sirp bagnazliginin Slovenya ve Hirvatistan´da zor kullanmasina karsi olan bati, Bosna´da müslümanlarin ezilmesine gecen yüzyillarda edindigi aliskanlik sebebiyle olacak ses cikarmamaktadir.

"Almanya´nin yüksek cikarlari icin Balkan yarasini her zaman acik tutmak gerekir" diyen Bismark´in aklina 1944/45 yillarinda kendi ülkesinin ugrayacagi felaket acaba geliyor muydu?

19. yüzyilda Avrupa basin cevrelerini besleyen en büyük iki kaynagin Osmanli Sultani ile Batili aydin cevrelerde en az onun kadar sevilmeyen Rus cari oldugu düsünülürse, bugünkü bazi uygulamalara da isik tutulmus olu

Türkiye'nin Batililasma Macerasinin Sonu mu?

Abdurrahman Dilipak

19 Aralik 1994.

Bu tarih 200 yillik batililasma mücadelesinin sonu. Artik Türkiye kendine yeni bir yol bulmak zorunda.

Aslinda batililar basindan beri isin farkinda idiler. Türk toplumunu batililastrmak icin ellerinden geleni yaptilar. Türk devriminin tüm referanslari Fransiz devriminin sonuclari üzerinde yükseliyordu. Darbeler, darbeye karsi hareketler hep bati adina yapildi. Ama olmadi.

Onlar Türkiye´yi her zaman Osmanli´nin devami olan müslüman bir halk olarak gördüler. Türkiye´yi yöneten kadrolar ise sistemli sekilde kendi tarihlerinin, toplumun inanc degerlerini, kültürünü Osmanli´nin hemen hemen tümünü icinde barindiran etnik kimligini reddettiler. Bununla da kalmayarak bunlarla savastilar.

Lozan´da batililar azinliklari konusurken Islam kimligini tasiyan hic kimseyi azinlik olarak kabul etmediler. O günden bugüne bu topraklarda yasayan Araplar, Arnavutlar, Cerkezler, Gürcüler, Kürtler, Bosnaklar, onlar kimse müslüman olanlarin tümü devletin asli unsuru olarak kabul edildi. Batililar bunu böyle görürken Türkiye´yi yönetenler bu gercegi reddettiler. Batili anlamda bir Türk ulusculugunu dayatarak konuyu baska yerlere cektiler.

Türkiye cumhuriyeti bagimsizligini batili ülkelerle savasarak kazandi. Ama bu büyük zaferin hemen ardindan iktidar sahipleri yeni Türkiye´nin geleceginin bati degerleri üzerinde yükselecegini savundular. Onlarin harfi, onlarin ölcüleri, elbiseleri, kavramlari, kurumlari, hukuk sistemleri ithal edildi.

19 Aralik bu maceranin sona erdigi gün olarak hatirlanacak artik. Cünkü batili ülkeler disaridan, onlarin yerli isbirlikcileri icerden bunca propogandaya, bunca dayatmaya ragmen basarili olamadilar. Bizdeki evlat, onlarda kuyruk acisi hic dinmedi. Onlar herseye ragmen bizi bir Osmanli ve müslüman olarak gördüler, bizim nüfusumuzdan, toplumun inanc degerlerine giderek daha cok sahip cikmasindan tedirgin oldular. Onlar saniyorlardi ki, Anadolu´nun ücra köselerinden toplayip Avrupa´nin göbegine saldiklari insanlar dinlerinden, tarihlerinden, kültürlerinden, kimliklerinden vazgecerek batililasacaklardi. Ama olmadi. Ama bu insanlar Türkiye´deki akrabalarindan önce dinlerine geri döndüler, refah ve özgürlük onlarin gizli kimliklerini ortaya cikardi.

Batililarin insan haklari, demokrasi vaadlerinin de hayatin gercekleri ile örtüsmemesi müslümanlarin gözünün acilmasina sebep oldu.

Islami tercihleri öne cikartan partilerin ve adaylarin kitlesel desteklerinin giderek artmasi, müslüman isadamlarina duyulan güvendeki sicrama, Islami kesimdeki basin yayin organlarindaki traj patlamasi bu yönelisin acik bir göstergesi olarak önümüzde durmaktadir.

Batililarin insan haklari ve demokrasi iddialari müslümanlar icin fazla bir anlam ifade etmemektedir. AGIT, Paris sarti, Helsinki senedi Bosna´da gecersizdir. Batililar icin bu kavramlar, bu belgeler sözkonusu olan Islam ve müslümanlar olunca tuvalet kagidi kadar bile bir deger tasimamaktadir. Bu belgeler batililar icin iyi bir makyaj malzemesidir. Ya da helvadan bir puttur, putperestlerin acikinca karinlarini doyurduklari!

Simdi Türkiye kendisine yeni bir yol bulmak zorundadir. Ama sanirim Ankara bu gercegi görmek istemeyecektir. Asirlik hayatin bitmesini kolay kabul etmeyecek ve batililar da Ankara´nin yakasini hemen birakmayacaklardir.

Ama gercek apacik ortadadir.

Zaten Gümrük Birligi Yunan vetosuna carpmasa yine aglayacaktik. Cünkü bu evlilik kimseye huzur vermeyecekti. Ekonomimiz buna hazir degildi. Gümrük birligine girmedik diye de hersey yoluna girmis degil elbet. Bu kez batililarin yerli isbirlikcilerinin gümrük duvari arkasina saklanarak gerceklestirdikleri vurgun devam edecek ve bu vurgunun ranti yine batinin propogandasina gidecek.

Gümrük birligine girse idik, zaten karar organlarinda yer almadigimiz icin, yargi ve hakem olarak da bizi savunacak kimsenin olmadigi bir platformda Türkiye´nin basinin sürekli agrimasi kacinilmaz olacakti.

Simdi yapmamiz gereken zaman kaybetmeden aslimiza dönmemiz ve yeni hedefler secerek yolumuza devam etmemizdir.

Bu gün yeni bir gündür...