|
1 Islam Hakikati
ve Avrupa Gerçegi
|
2 Haçli Seferleri
Bitti mi?
|
3
Yirminci Yüzyilin Çöküsü |
4
Türkiye'nin Batililasma Macerasinin Sonu mu? |
|
Islam Hakikati
ve Avrupa Gerçegi
|
Arif Altunbas
|
Avrupali
olabilmek, batili gibi bir hayat tarzi
yasayabilmek icin kendi din, kültür, tarih ve
medeniyetinden uzaklasan bir TC zihniyeti 70 yili
askin bir zamandir hala batili oldugunu Avrupali
efendilerine isbatlayamadi.
Düsmanlari
bile saskina cevirip hayrete düsürecek bir
sekilde kendi medeniyet ve kültürümüze sirt
cevirip düsmanca davranan bir TC ic ve dis
politikasina ragmen, bati yalniz müslüman ismi
ve kimliginden dolayi Türkiye´yi Avrupa
Birligine almama hususunda kararliligini bir daha
gösterdi.
Yetmis
yildir kendi halki üzerinde onlarin batililasmasi
icin nice, baski, zulüm, devlet terörü, askeri
ve sivil darbelere ragmen halki bir türlü
dinlerinden, tarih ve kültürlerinden koparamayan
yerli münafiklar, ithal yöneticiler, böylece rüstlerini
isbatlayamayip batili efendilerinden icazet
alamamanin hüznü ve burukluguyla cami ile kilise
arasinda kalmanin gülünc trajedisini yasiyorlar.
Ömer
Hayyam´in:
"Bir
elde kadeh bir elde Kur´an
Ne
tam kafir olduk, ne de Müslüman"
beyti
onlarin halini net bir sekilde ifade ediyor.
Kalbleri
hastalikli, düsünceleri ithal, dünya görüsleri
yabanci, dis görünüsleri hristiyan
standartlarina uyan sadece adi müslüman olan ülkemizin
kimi yöneticileri israrla kendilerinin batili bir
toplum olduklarini, Avrupa´ya entegre olmak,
Avrupa Birligine mutlaka girmek istediklerini
inatla tekrar edip dursalar, batilinin etegine
yapisip onursuz, silik bir sahsiyet örnegi olarak
onlarin karsisinda hatta rüku ve secde yapsalar
bile; batilinin karari bellidir. "Siz müslümansiniz,
biz de haristiyaniz. Hristiyanlarin birligi olan
Avrupa birliginde Türkiye´nin esit sartlarla
birlige üye olma sansi yoktur."
Bu
acik ve net kararla karsi karsiya kalan laik
dinazorlar ajan mantigi, yilisik ve sünepe bir
karsi tavirla: "Sizin böyle yaptiginizin
farkina varan 1 milyarlik Islam alemi, Avrupa
Hristiyan Birligine karsi Islam Birligine yönelir..."
gibi ifadelerle efendilerini bir nevi uyariyorlar.
Onlara simdiden olasi bir Islam Birliginin bati
icin tehlike arzedebileceginin sinyallerini
veriyorlar. Islam Birligi kurulunca tüm halki müslüman
olan ülkelerdeki bati sömürü ve menfaatinin
kesileceginin uyarisini yapma serefi böylece TC´nin
ithal yöneticileri olan yerli münafiklara nasip
oluyor.
Kendi
ülkelerinde fakir ve mazlum halkin alin terlerini,
tüyü bitmemis yetimin hakkini cesitli
dalaverelerle, hirsizlik ve hokkabazliklarla, rüsvet
ve sahte ihalelerle kontolarina aktaran, kisa
zamanda vurduklari milyarlari Avrupa ve ABD´nin
bankalarina yatirip, oralardan mal mülk edinen bu
politika bezirganlari, skandal tüccarlari bu
ihanetlerin hesabinin elbet bir gün sorulacaginin
bilincinde olmalidirlar.
Peslerine
takip Avrupa hristiyan birligine teslim etmek
istedikleri 60 milyon müslümanin, batinin ücretsiz
kölesi kimi hain idarecilerle ayni dünya görüsünü
paylasmadiklarini Avrupalilar cok iyi
bilmektedirler. Yine batililar; Islamin tüm halki
müslüman olan ülkelerde, bütün buutlari ve
boyutlariyla toplumun her katmaninda olaganüstü
yayildigini, yaygin olarak kabul ve hürmet gördügünü,
boy atip dalbudak saldigini stratejik arastirma
enstitüleri ve istihbarat birimleriyle cok
yakindan takip etmektedirler.
Hristiyanlik
ise; Islamin gelismesine zit orantili olarak kendi
ülkelerinde bile kan kaybetmekte, gerilemekte,
sayginligini yitirmekte, antik bir din olgusuna,
mitolojik bir efsaneye dönüsmektedir.
Zamanimizda
ve gelecekte Islamin hristiyan milletleri büyük
bir olasilikla tesir altina alabilecegi varsayimi
karsisinda, Hristiyanligin ise müslümanlari
etkilemesinin ufukta herhangi bir sansi ve
belirtisi görünmemektedir.
Otuz
yili askin bir zamandir, batidaki bir cok
integrasyon uygulamalarina ragmen Avrupa´daki Türkiyeli,
Arap kökenli v.d. ülkelerden isci, talebe olarak
gelen müslümanlar kendi kimliklerini
unutmamislardir. Hatta; kendi ülkelerinde bati
toplumuna özenen insanlar, batiyi yakindan
taniyinca hizla kendi kültür, din ve
medeniyetlerinin koruyucusu, savunucusu konumuna
gecerek tüm asimilasyonlara alternativ
davranislar ve girisimlerde bulunmayi kendileri
icin vazgecilmez bir görev bilmislerdir.
Avrupa
Birligi; bati medeniyetinin bir ürünüdür.
Hristiyan dininin temelleri üzerine bina edilmis
siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal, askeri bir
olusumun adi olup, kendi cikarlarina, din ve
medeniyetlerine karsi olan olgulara bir bütün
halinde karsi cikmanin olusumudur.
Müslüman
olan ülkelere liderlik yapmaya en müsait ülkelerden
biri, 200 milyona yaklasan Türki devletlere en
yakin bir devlet olan Türkiye´yi nasil olurda
Avrupa Birligine esit sartlar icinde kabul
edebilirler? Yillardir sömürü alanlari olarak
kullandiklari bir ülkeyi, köle gibi
kullandiklari bir toplumu, kendilerine düsman
olarak gördükleri müslümanlari hangi mantik ve
anlayisla simdi kendileriyle esit kabul edip
iclerine alabilirler? Medeniyetlerinin ürünleri,
sanayi, teknoloji ve zenginliklerini onlarla
paylasabilirler? Hangi tarihte efendiler köleleriyle
esit olmayi istemisler, düsmanlar düsmaniyla
zenginlik ve lükslerini esitce
paylasabilmislerdir?
Tarih
felsefesi, diyalektigi ve suurundan yoksun Türkiye´nin
laik, sivil ve askeri yöneticileri hangi dine,
medeniyete, akla, mantiga ve düsünceye göre
Avrupa hristiyan birligine Türkiye´yi ve Türkiyeli
müslümanlari integre etmek istiyorlar?
Istenmemelerine
ragmen, neden kör bir inat, sasi bir bakis, aptal
bir anlayis, ahmak bir mantikla Avrupa birliginin
kapilari önünde arsiz dilenciler gibi dilenip
duruyorlar?
Müslümanlarin
topyekün Islam´a yönelip, onu sahiplenmeleri,
ona göre hayatlarini tanzime baslamalarindan
telaslanan, batinin kapikulu olan yerli münafiklar
yükselen, genis tabanlarda yanki bulan Islami
hareketleri yok edip, bastirabilmek icin Avrupa
birligine girerek toplumumuzu hristiyan birligi
icinde eritip yok etmek ve böylece Firavun düzenlerini
ve koltuklarini da garantileyip muhafaza etmek
istiyorlar.
Kokusmus,
ithal sistemlerinin yerine, yerli ve tabii
sistemimiz olan Islam´i getirerek, yeniden
toparlanip yapilanmayla Türkiye siyasi, askeri, kültürel
ve ekonomik platformda kendi yörüngesinde
oturmasindan ve böylece tarihi misyonu
dogrultusunda süper güclerle boy ölcüsür hale
gelir diye en cok ülkemizdeki ithal yöneticiler
ve yerli münafiklar gocunmaktadirlar.
Onlar
ne pahasina olursa olsun, Avrupa Birligine girerek
Islam ümmetinin bekledigi, olmasi kacinilmaz olan
bu olusumun simdiden önüne gecmek istiyorlar.
Avrupa
Birliginin üyeleri de Türkiye Avrupa Birligine
alinirsa, Islami hareketler hem Avrupada, hem
halki müslüman olan ülkelerde önü alinmaz bir
gelismeyle hristiyan birliginin basina bela olur
diye inatla Türkiye´yi birlikleri icine esit
sartlarda bir üye olarak almak istemiyorlar.
Türkiye´deki
müslümanlar topyekün Islam dininden cikmadiktan
sonra, onlarin bizleri kendilerine dost ve müttefik
kabul etmeleri dini ve tarihi realiteyle
bagdasmayan bir tutumdur. Türkiye halkinin da mürted
bir toplum olamayacagini Afrika´daki yamyamlar
bile bilmektedir.
Tarih
her yönüyle ve cephesiyle yeniden tekerrür
etmektedir.
Müslüman
Türklerle Malazgirtte tanisan, Viyana önlerine
kadar vurusan hacli ruhu bati toplumunun
damarlarindaki alyuvarlar ve akyuvarlar gibi
dolasmaktadir.
Hristiyan
ruhu, Romali kültürü, yunan ahlakiyla bir bütün
olan bati medeniyeti, Islami ruh, kültür ve
ahlak ile yogrulmus Islam ümmetiyle dünyanin her
yerinde, her zaman, sürekli bir catisma icinde
olmus, olmakta ve gelecekte de bu catisma
batililarin ülkelerimiz üzerindeki sömürgeci,
köleci zihniyetleri ve politikalari degismedikce
sürecektir.
Batilinin
dilinden düsürmedigi, insan haklari, özgürlük,
baris, demokrasi, müttefik olarak yasamak... v.s.
gibi sözler sadece kendi hegemonyaci, sömürgeci,
köleci politikalarini halki müslüman olan (ve
mazlum olan) ülkelerde yürürlüge koyabilmek,
ithal düzenlerini ayakta tutabilmek icin savunur
göründükleri kurt kapani hileler oldugunu,
tarih boyu gelisen olaylar karsisinda batilinin
tutumu bize ögretmistir.
Kibris,
Bosna, Balkanlar, Azerbaycan, Cecenistan, Abaza,
Tacikistan, Kesmir, Somali, Afganistan, Filistin
v.s. gibi olaylar karsisinda batililar kör, sagir,
dilsiz, ruhsuz hatta; vicdansiz davranislari, her
biri birer sok olarak Islam ümmetinin uyanmasina
vesile olmustur.
Batinin
iki yüzlü tutumuyla halki müslüman olan ülkelerdeki
münafik idarecilerin suratlarina Hakki Ilahi
birer tokadi gibi inen bu olaylarla onlar hala
kendilerine gelmez, hakikate yönelmez, Islam´a
teslim olmaz, kendilerini iktidara getiren müslümanlarin
seref ve haysiyetleriyle oynarlarsa, gelecek
musibetlere hazirlanmak zorundadirlar.
Musibetlerden nasihat almayanlari baslarina
gelecek belalar uslandirir.
"Siz,
yahudilere ve hristiyanlara tabi olmadikca, onlar
sizden asla memnun olmazlar.
De
ki: Dogru yol ancak Allah´in yoludur. Sana gelen
ilimden (Islam´dan, Kur´an´dan) sonra yahudi ve
hristiyanlarin isteklerine uyarsan, muhakkak ki
Allah´tan sana ne bir dost ve ne de bir yardimci
vardir."
Bakara
120
|
Haçli Seferleri
Bitti mi?
|
Hüseyin
K. Ece
|
Ingiliz
komutan general Allenby 1917 yilinda Kudüs´e
girdigi zaman "Iste hacli seferleri simdi
bitti" demis. Sonra da Selahaddin Eyyubi´nin
mezarina gidip mezari tekmelemis ve "Kalk ey
Selahaddin, kalk da milletinin halini gör"
diye alay etmis.
Seksenli
yillarda Amerika baskanligi yapmis Reagen da müslüman
dünyaya karsi hacli seferleri düzenleyelim diye
davette bulunmustu. Bu cagrisi pek yanki
bulmamisti ama bati Avrupa ülkelerinin genel
politikalari ile bu cagrinin arasinda bir baglanti
bulunmaktadir.
Cecenistan´a
müdahale eden Rusya baskani Boris Jeltsin´i
Moldavya´da görev yapan generali "müslümanlara
karsi hacli seferleri düzenlemekle" sucladi.
BosnaHersek´te
kan döken, isgal ettikleri yerlesim birimlerinde
bulunan müslümanlara ait mabedleri ve eski
yapilari vahsice yikan, bir milleti soykirima tabi
tutup yok etmek isteyen sirplar, Avrupa´yi Islam
karsisinda korumaya calistiklarini iddia ediyorlar.
Kuveyt´teki
cikarlari Irak tarafindan tehdit edilen bütün
batili ülkeler, topyekün bütün güclerini
Ortadogu´ya yigdilar ve Irak´a kendilerince güzel
bir ders verdiler. Birlesmis Milletler kararina
uymakta yavas davranan Irak´i sIk sIk tehdit
ettiler, hatta zaman zaman kimi Irak hedeflerini
bombalayarak saka yapmadiklarini gösterdiler.
Irak´a genis capli ambargoyu en sIkI sekilde sürdürüyorlar.
Irak´in bütün nükleer tesislerini denetlemeden
geri kalmadilar. Bu ülkenin kendileri ve müttefikleri
hakkinda tehlikeli silah üretebilme ihtimalini
ortadan kaldirdilar.
Buna
karsin, BosnaHersek´te gercekten cagin en vahsi
katliamlarindan birini yapan, Hitler´in
yahudilere yaptiginin benzeri baskiyi ve
soykirimini uygulayan, Birlesmis Milletlerin ve
Nato´nun hicbir kararina uymayan sirplara ciddi
hicbir sey yapmadilar. Yapilanlara adeta göz
yumdular. Tavsana kac, taziya tut taktigi
uyguladilar. Kendileri tarafindan güvenlikli bölge
ilan edilen Bihac´a girmeye calisan saldirgana
karsi bir sey yapmazken, "Bihac düstü,
artik yapilacak bir sey kalmadi" dediler.
Hatta bizzat en yetkili agizlardan Bosna´daki
savasi sirplarin kazandigini acikca söylediler. Böylece
asil niyetlerinin, BosnaHersek´te olmasini
istedikleri sonucu dile getirdiler.
Iran
Islam Devrimi olmadan önce Iran´da büyük
cikarlari olan batili ülkeler devrimden sonra bu
ülkeye karsi Irak´i saldirtmakla kalmadilar,
ayni ülkeye karsi her türlü ambargoyu
uyguladilar, uluslararasi arenada yalniz
biraktilar. Aleyhinde her türlü karalama ve
aykiri propogandayi yaptilar.
Batili
ülkeler Islam ve Islam ülkeleri aleyhine olan
her seye, herkese ve her olaya destek oldular,
destek olmaktadirlar. Müslümanlarin en
sevdikleri Peygambere iftira eden, yalan yanlis
fantazilerile müslümanlarin kutsalina saldiran
S. Rüstüyü korudular, destek oldular, ödüllendirdiler.
Yazilariyla müslümanlari rencide eden T. Nesrin´i
himayelerine aldilar, onu ödüle bogdular.
Yazdigi romanlarla Islam´a saldiran N. Mahfuz´a
edebiyat ödülü, Müslümanlara ihanet eden
Sedat, Arafat gibilerine baris ödülü verdiler.
Kendi
ülkeleri aleyhine yaptiklari calismalara yardimci
oldular.
Kurduklari
ekonomik sistem sayesinde kendi zenginliklerini ve
refah seviyelerini korumaktalar. Ancak bu sistem
ücüncü dünya ülkelerinin aleyhine
gelismektedir. Üstelik Islam ülkeleri petrol, su
yollari, maden gibi tabii zenginliklerine ragmen
hicbir zaman ekonomik bakimdan ortalamanin üzerine
cikamamaktadirlar. Petrolü isleten firmalarin
cogu batili ülkelere aittir. Petrol gelirlerinin
bir kismi yine batili bankalarda yatmaktadir.
Batili bankalar ise bu mevduatlari istedigi gibi
kullanma hakkina sahiptir. Ama her nedense bazi
Islam ülkelerine ait bu paralar hicbir zaman bir
baska Islam ülkesinde büyük bir yatirima dönüsmemektedir.
Bu
petrol paralarinin önemli bir kismi da yine
batili isadamlarinin veya tüccarlarinin cebine
akmaktadir. Petrol zenginleri son derece lüks
icerisinde yasamaktalar. Bu lüksün kaynagi da süphesiz
batili ülkeler. Petrol üreten Islam ülkelerindeki
ihalelerin cogu batili firmalar tarafindan
alinmakta, bütün teknoloji, bütün modern
techizat batili ülkelerden ithal edilmektedir.
Ama
her nedense bu durumun devamini saglayan rejimler
ve kisiler hic degismemekte. Bu rejimler ve
kisiler halklarina ragmen politika üretmelerine,
pek cogunun diktatör olmalarina, hicbirinde
batili anlamda demokrasi olmamasina ragmen hep is
basindadirlar ve özellikle batili yani hristiyan
ülkeler tarafindan desteklenmektedirler. Nitekim,
Kuveyt seyhinin kurtarilmasi operasyonu tipik bir
örnektir.
Kendi
ölcülerine göre secimle is basina gelme
ihtimali bulunan Islami Selamet Cephesinin
iktidarini önlemek icin, Cezayirli askerlere acik
davetiye gönderdiler. Halkin gercek tercihi kale
alinmazken bir kac fransiz kafalinin is basinda
kalmasini temin ettiler.
Cezayirin
kan gölüne dönecegini bile bile bu cinayete
destek oldular. Hatta Avrupa Toplulugu askeri
cuntanin basarisindan sonra milyonlarca dolar
kredi acti. Üstelik utanmadan Cezayir´de müslümanlarin
yönetiminde bir hükümet yerine askeri diktatörlük
daha iyidir dediler.
Yillar
önce kendi cikarlarina karsi cikan Uganda devlet
baskani Idi Amin icin en rezil haberleri
uydurdular. Aleyhinde her türlü mücadeleyi
yaptilar. Sonunda Ingiltere ordusunda subaylik
yapmis bir Ugandali is basina gelince, yani
Ingilizin cikarlarini devam ettirecek bir kukla yönetici
bulununca olay kapandi, Uganda gündemden düstü.
Sömürgecilik
dönemi kapandi. Ama hangi sömürgecilik bitti?
Gectigimiz yüzyillarda sömürgeciler sömürmek
istedikleri ülkelere veya topraklara askerlerini
götürürlerdi. Askeriyle bölge halkini sindirir,
gerekirse katliam yapar, orasini sömürge (koloni)
haline getirirlerdi. Böyle bir yöntem o günkü
sartlarda kolay olmakla beraber agir ve masrafli
bir isti.
Yirminci
yüzyil milletlerin bagimsiz savasi yaptiklari ve
bagimsizliklarini kazandiklari bir yüzyildir.
Milletlerde sömürgecilere karsi son derece büyük
bir nefret vardir. Geri kalisin, kalkinamamanin,
zulmün ve perisanligin sebebi olarak sömürgecileri
görmektedirler. Kendilerini yeniden sömürge
yapmak isteyenlere karsi amansiz bir sekilde mücadele
edecekleri bilinmektedir. Üstelik günümüz
sartlarinda bir baska ülkeyi silahla, zorla,
askeri harekatla sömürge yapmak mümkün
degildir.
Ancak
sömürgecilik bitti mi dersiniz? Baska ülkeleri
ve onlarin varliklarini sömürmek isteyenler
tarihten silindi mi?
Hayir
sömürgecilik bitmedi. Sömürgeciler eski
huylarindan asla vazgecmediler. Simdilerde sömürgeciligin
metodlari degisti. Daha kolay yöntemler
gelistirildi. Daha uzun vadeli ve daha kßrli yöntemler.
Bir ülkenin rejimi ve yöneticileri sömürgecilerin
adami ise mesele hal oldu demektir.
Batili
ülkeler nicin Islam ülkelerindeki rejimleri ve
bu rejimleri yürüten diktatörleri
destekliyorlar, onlarin ayakta kalabilmeleri icin
bütün imkanlarini seferber ediyorlar? Bu
rejimlerin muhaliflerini susturmak icin neden
birlikte calisiyorlar? Dikkat cekici degil mi?
Düsünün
ki, Islam ülkelerinin ekonomik, kültürel ve
siyasi anlamda canlanmasi, ortak menfaatlerin
korunmasi, gücsüz Islam ülkelerinin
desteklenmesi, meselelerin cözülmesi icin
kurulan Islam Konferansinin son toplantisinda
"Islam fundamentalizmine" karsi ortak
calisma karari aliniyor. Bu bir anlamda, batinin
cikarlarina denk düsmüyor mu?
Bati
dünyasi, Islam ülkelerinde cikarina karsi
gelenlere fanatikler, fundamentalistler demiyor mu?
Hatta giderek kendi izzetini savunmaya calisanlara
terörist adini takmiyor mu?
Bati,
kendi degerlerini bütün dünyaya ihrac etmenin
gayretindedir. Bu degerler batinin hegemonyasini,
üstünlügünü tescil ettirecek, giderek batiya
karsi muhalefeti önleyecek degerlerdir.
Ancak
batinin bütün degerleri RomaYunanHristiyanlik kültürü
üzerine bina edilmistir. Batida hristiyanlik hala
hayatin merkezindedir. Bati kültüründe ve hayat
anlayisinda hala hristiyanligin büyük tesiri
vardir. Hayata tümüyle din yön vermiyor ama,
batida din yani Hristiyanlik en büyük degerdir.
Kültürünü
baska milletlere tasimak gayretinde olan bati, bir
anlamda hristiyani degerleri de tasimak istiyor
demektir. Batili degerler hacli kafasina uygun
degerlerdir.
Bati,
simdilerde eskiden oldugu gibi bu kültürü
ordularla tasimiyor. Baski ve siddetle, kölelestirme
ve iskenceyle götürmüyor. Simdilerde daha
modern metodlar kullaniliyor. Siyasi güc,
ekonomik güc, uluslararasi dengeler kullaniliyor.
Bir de bu degerlerin üzerine cagdaslik, insan
haklari, demokrasi gibi yakisikli kiliflar
geciriliyor.
Aslinda
yapilmak istenen sey hacli hayat anlayisini
benimsetmek, batiya bagli kültürler meydana
getirmek, yani dünyada mevcut üstünlügü sürdürmektir.
Bu üstünlük batinin diger ülkeleri hem kontrol
etmesini sagliyor hem de sömürüyü kitabina
uyduruyor.
Disaridan
baktiginiz zaman hacli seferlerinin askeri anlamda
ve topyekün oldugunu göremezsiniz. Yukarida
verdigimiz örnekler bilinc altinda sakli olan
gerceklerdir. Zamani gelince nasil ortaya
ciktigini görmekteyiz.
Fakat
görünen gercek su ki, batinin Islam dünyasiyla
savasi hic bitmedi ve bitmeyecek. Tipki hak ve
batil savasinin bitmedigi gibi. Bu savasin cesitli
tezahürlerini her alanda görmekteyiz. Bugün
yabancilarin uyum saglamalarinin yani degisip
batili gibi olmalarinin istenmesi bu mücadelenin
bir kücük parcasidir. Diger olaylari buna bagli
olarak düsünebilirsiniz.
Kudüs´ü
ele geciren Ingiliz generalin bitti dedigi hacli
seferleri galiba perde gerisinde devam ediyor.
Yanilmayi ne kadar isterdim.
|
Yirminci Yüzyilin
Çöküsü
|
Serhat Yüceerdem
|
Fransiz
devriminin 200. yil dönümü senliklerle
kutlanirken, bu tarihi dönüsümün bir evladi
adeta can cekisiyordu. Fransiz devriminin uzantisi
sayilan Sosyalizm karsi devrimi yasiyor. Ve
sonrasinda 20. yüzyilin bu rüyasi tarihin cöplügüne,
"törenle" ugurlaniyordu.
200
yildir efsanelestirilen Bastil ayaklanmasi yüzünden
kabul edilebilir bir devrim tanimi cikmadi ortaya.
Bitmek tükenmek bilmeyen devrimler ayni zamanda
kavram kargasasini dogurdu. Amerikan devrimi, Ekim
devrimi gibi sayisiz devrimleri tarihe kazandirdi
yüzyilimiz. Kesintisiz herseyde ve hayatin her
sahasinda "devrim" yasadik. Moda, kültür,
düsünce ve ahlak devrimleri gerceklestirildi
pespese. Cinsel, bilimsel, teknolojik, elektronik
devrimler onu izledi. Devrim öncesi, devrim
sonrasi veya sürekli devrimler günlük
hayatimiza renk katti. Sosyal ve ulusal, sag ve
sol, hatta fasist devrimler cirit attilar yeryüzünde.
Saray ve harem devrimleri hafizalardan silindi
tabi. Radyolarin basinda veya televizyon ekrani
karsisinda kulaklarimiz her dile, her irka uygun
devrim marslariyla tirmalandi durdu.
Devrimler
cagin ruhu ile ic iceydiler. Hersey ona olan
uzaklik veya yakinlik ile ölcülüyor ve deger
kazaniyordu; cünkü devrim yüzyilin lokomotifi,
ilerleme motoru olarak bellenmisti.
Düsünce
yükünden kurtulan her hareket kendisine sadece
bu ismi yakistiriyor ve bu etiket taninmak icin
onlara yetiyordu. Zaman geldi karsi devrim
hareketleri bile övüncle "devrim"
olarak kutlandilar.
Devrim
ve bir bakima onun halefi karsi devrim hareketi
bir elestiri olayidir. Her ikisi de orta cagin
elestirisi kabul edilen modernlesmenin ana
parcalaridir. Akli tanrisallastirilan aydinlanma
caginin dogal sonucudur. Ilk kez modernlesmenin
baslamasi ile ölcüsüz elestirinin kapisi
aralanmis veya yanlis ölcütler edinilmistir.
Modern caglarin iki anahtar kisisi Kant ve Marks
tamamen tenkitcidirler ki, kendi sorularini
sorgulamislardir. Kant´in "Saf Aklin
Elestirisi" ve Marks´in "Politik
Ekonomi Elestirisi"nden günümüze uzanan
bir dizi kitabin ismine kadar ayni akimin izini görüyoruz:
Teknik Aklin Elestirisi, Bilimsel Aklin Elestirisi,
Tarihsel Aklin Elestirisi, Teorik Aklin Elestirisi
v.s. Nihayet Stalinvari "Silahli Elestiriler"
20. yüzyila eslik etmekle kalmamis ve rolünü
kacirilan caglari yakalamada muhafaza etmektedir.(!)
Ve 20. yüzyil biterken bir karsi devrime sahit
olduk. Dogu Avrupa modern devrimlerin bir parcasi
Sosyalizmin yikilisini yasadi. Tüm dünyanin
saskinlikla izledigi bu siyasi degisikliklere de
neredeyse devrim denilecek. Sosyalizmin anayurdu
Sovyetler Birligi´nin dagilmasi uluslararasi
iliskilerde siyasi dengeleri altüst etti.
Ideoloji olarak Sosyalizm öldü, tek kutuplu dünya
düzeni dogdu. Perestroika´nin mimari, eski düzenin
mezarcisi olarak tarih kitaplarinda yerini aldi. Böylece
sosyalist sistemin yabanci müdahele veya silahli
ayaklanmalara firsat birakmadan kendisini
yozlastiracagi kehaneti de gerceklesti. Biz cöküs
nedenlerini inceleyecek degiliz. Yalniz 21. yüzyilin
esiginde bir tarih depremi yasadik. Modern cag
sorgulandi ve bir yüzyilin sonuna gelmis
bulunuyoruz. Yasanilan olaylar tarihin dramatik
bir yanini gösteriyor bize: Dar perspektiften
tarihe bakanlar, birakin statükoyu
koruyabileceklerini, ilk firtina ile hic
varolmamiscasina tarihten silinip gidebiliyorlar.
Modern
cag ve modernlesme büyüsü bozuldu. Ideolojiler
basarisizliga ugradi. Artik bize 20. yüzyili
asmaktan baska care kalmiyor diyebiliyor muyuz?
Yillarca ugrasip girmeye calistigimiz eski adi ile
Ortak Pazarin kapisindan ummadigimiz bir sekilde
cevrilmemiz, aydinlarimizin icini burkmaya devam
ediyor. Genellikle ortak pazar diye tanimladigimiz
örgütün Avrupa Toplulugu (AT) denilen bir bütünün
parcasi oldugu düsünülürse bu üzüntünün
sebepleri daha iyi anlasilabilir. Hayali´nin
"O mahiler ki derya icredir deryayi bilmezler"
dizesinde oldugu gibi, yüzyillardir hasir nesir
olduklari Avrupa´dan, yelin kayadan kaptigi toz
miktarinda nasiblenen kimselerin simdi kara kara düsünmelerine
bakip da, aci aci gülümsememek elden
gelmemektedir. Yeni bir yüzyila hazirlandigimiz
su siralarda kafalarimizi hala kendimizin
Avrupalilara nasil daha iyi tanitabilecegimiz
konusu isgal etmektedir. 1995 yilinda Papa II.
Urban´in Clermont vaazinin üzerinden 900 yil
gecmis olacak. Hacli seferleri orada adlari
anilarak Türklere karsi acilmistir. O günden
buyana Türklere yakistirilan insanlik disi özellikleri
Avrupa´da üretilen fantazileri anlatmak icin
birkac ciltlik kitap yazmak gerekir.
Deginilmesi
gereken bir baska nokta, batili ülkelerin
siyasetleri incelenirken devamli icine düsülen bütüncü
yanilgidir. Ideolojik anlamda bile herhangi bir
bati ülkesinde tek blok hareketine hicbir zaman
rastlanmamistir.
Ancak
büyük cikar sahiplerinin, kücük cikar
sahiplerini ücüncü ülkelerin sirtindan maddi
ve manevi tatmin etme gayretleri, bati dünyasinda
zaman zaman kabaran Türkiye karsiti dalgalari bir
yere kadar aciklamaya yetecek bir anahtardir.
Osmanli
imparatorlugu kendini savunmada acizlestikce, Körfez
Krizi sirasinda da tanik oldugumuz gibi ortaligin
karisip, dengelerin bozuldugu zamanlar disinda
kimse kalkip ta Türklerin Avrupa´da
Avrupalilarla birlikte yasamaya haklari
olabilecegini düsünmek bile istememistir.
Alman
devlet adami Marschall von Bieberstein´in 20. yüzyila
girerken 1898 Girit olaylari sirasinda kullandigi
unutulmaz deyimle "Dökülen kan müslüman
kani oldugu zaman büyük gücler arasinda olusan
renk körlügü" bugün de eski Osmanli
topraklari sözkonusu oldugunda salgin bir
hastalik halinde devam etmektedir.
I.
Dünya savasi ertesi toplanan Paris Baris
Kongresinde Osmanli ülkesine kefen bicilirken,
cok uluslu ve dinli devletlerin cagdisi oldugu
savindan yola cikilmisti. Ayni iddianin
sahiplerinin kurdugu Polonya ve Cekoslovakya, II.
Dünya savasinin cikmasina canak tuttuklari gibi
yine bu arada kurulan Yugoslavya da cok uluslu
devlet modelinin deneme tahtasina dönüsmüstür.
Hele Yugoslavya gibi degil din ve dil, alfabe
birligi bile saglayamamis bir ülkenin nasil yapay
temeller üzerine oturtuldugu, soguk savasin yok
olmaya yüz tuttugu andan itibaren belli olmustur.
Sirp bagnazliginin Slovenya ve Hirvatistan´da zor
kullanmasina karsi olan bati, Bosna´da müslümanlarin
ezilmesine gecen yüzyillarda edindigi aliskanlik
sebebiyle olacak ses cikarmamaktadir.
"Almanya´nin
yüksek cikarlari icin Balkan yarasini her zaman
acik tutmak gerekir" diyen Bismark´in aklina
1944/45 yillarinda kendi ülkesinin ugrayacagi
felaket acaba geliyor muydu?
19. yüzyilda
Avrupa basin cevrelerini besleyen en büyük iki
kaynagin Osmanli Sultani ile Batili aydin
cevrelerde en az onun kadar sevilmeyen Rus cari
oldugu düsünülürse, bugünkü bazi
uygulamalara da isik tutulmus olu
|
Türkiye'nin
Batililasma Macerasinin Sonu mu?
|
Abdurrahman Dilipak
|
19
Aralik 1994.
Bu tarih
200 yillik batililasma mücadelesinin sonu. Artik
Türkiye kendine yeni bir yol bulmak zorunda.
Aslinda
batililar basindan beri isin farkinda idiler. Türk
toplumunu batililastrmak icin ellerinden geleni
yaptilar. Türk devriminin tüm referanslari
Fransiz devriminin sonuclari üzerinde yükseliyordu.
Darbeler, darbeye karsi hareketler hep bati adina
yapildi. Ama olmadi.
Onlar Türkiye´yi
her zaman Osmanli´nin devami olan müslüman bir
halk olarak gördüler. Türkiye´yi yöneten
kadrolar ise sistemli sekilde kendi tarihlerinin,
toplumun inanc degerlerini, kültürünü Osmanli´nin
hemen hemen tümünü icinde barindiran etnik
kimligini reddettiler. Bununla da kalmayarak
bunlarla savastilar.
Lozan´da
batililar azinliklari konusurken Islam kimligini
tasiyan hic kimseyi azinlik olarak kabul etmediler.
O günden bugüne bu topraklarda yasayan Araplar,
Arnavutlar, Cerkezler, Gürcüler, Kürtler,
Bosnaklar, onlar kimse müslüman olanlarin tümü
devletin asli unsuru olarak kabul edildi.
Batililar bunu böyle görürken Türkiye´yi yönetenler
bu gercegi reddettiler. Batili anlamda bir Türk
ulusculugunu dayatarak konuyu baska yerlere
cektiler.
Türkiye
cumhuriyeti bagimsizligini batili ülkelerle
savasarak kazandi. Ama bu büyük zaferin hemen
ardindan iktidar sahipleri yeni Türkiye´nin
geleceginin bati degerleri üzerinde yükselecegini
savundular. Onlarin harfi, onlarin ölcüleri,
elbiseleri, kavramlari, kurumlari, hukuk
sistemleri ithal edildi.
19 Aralik
bu maceranin sona erdigi gün olarak hatirlanacak
artik. Cünkü batili ülkeler disaridan, onlarin
yerli isbirlikcileri icerden bunca propogandaya,
bunca dayatmaya ragmen basarili olamadilar.
Bizdeki evlat, onlarda kuyruk acisi hic dinmedi.
Onlar herseye ragmen bizi bir Osmanli ve müslüman
olarak gördüler, bizim nüfusumuzdan, toplumun
inanc degerlerine giderek daha cok sahip
cikmasindan tedirgin oldular. Onlar saniyorlardi
ki, Anadolu´nun ücra köselerinden toplayip
Avrupa´nin göbegine saldiklari insanlar
dinlerinden, tarihlerinden, kültürlerinden,
kimliklerinden vazgecerek batililasacaklardi. Ama
olmadi. Ama bu insanlar Türkiye´deki
akrabalarindan önce dinlerine geri döndüler,
refah ve özgürlük onlarin gizli kimliklerini
ortaya cikardi.
Batililarin
insan haklari, demokrasi vaadlerinin de hayatin
gercekleri ile örtüsmemesi müslümanlarin gözünün
acilmasina sebep oldu.
Islami
tercihleri öne cikartan partilerin ve adaylarin
kitlesel desteklerinin giderek artmasi, müslüman
isadamlarina duyulan güvendeki sicrama, Islami
kesimdeki basin yayin organlarindaki traj
patlamasi bu yönelisin acik bir göstergesi
olarak önümüzde durmaktadir.
Batililarin
insan haklari ve demokrasi iddialari müslümanlar
icin fazla bir anlam ifade etmemektedir. AGIT,
Paris sarti, Helsinki senedi Bosna´da gecersizdir.
Batililar icin bu kavramlar, bu belgeler sözkonusu
olan Islam ve müslümanlar olunca tuvalet kagidi
kadar bile bir deger tasimamaktadir. Bu belgeler
batililar icin iyi bir makyaj malzemesidir. Ya da
helvadan bir puttur, putperestlerin acikinca
karinlarini doyurduklari!
Simdi Türkiye
kendisine yeni bir yol bulmak zorundadir. Ama
sanirim Ankara bu gercegi görmek istemeyecektir.
Asirlik hayatin bitmesini kolay kabul etmeyecek ve
batililar da Ankara´nin yakasini hemen
birakmayacaklardir.
Ama gercek
apacik ortadadir.
Zaten Gümrük
Birligi Yunan vetosuna carpmasa yine aglayacaktik.
Cünkü bu evlilik kimseye huzur vermeyecekti.
Ekonomimiz buna hazir degildi. Gümrük birligine
girmedik diye de hersey yoluna girmis degil elbet.
Bu kez batililarin yerli isbirlikcilerinin gümrük
duvari arkasina saklanarak gerceklestirdikleri
vurgun devam edecek ve bu vurgunun ranti yine
batinin propogandasina gidecek.
Gümrük
birligine girse idik, zaten karar organlarinda yer
almadigimiz icin, yargi ve hakem olarak da bizi
savunacak kimsenin olmadigi bir platformda Türkiye´nin
basinin sürekli agrimasi kacinilmaz olacakti.
Simdi
yapmamiz gereken zaman kaybetmeden aslimiza dönmemiz
ve yeni hedefler secerek yolumuza devam etmemizdir.
Bu gün yeni bir gündür...
|
|
|
|